Bilge KEYKUBAT / Tarım ve Gıda Yazarı Ziraat Mühendisi

Türkiye için tarım, geçmiş­ten geleceğe stratejik bir güç. “Bir ülkenin bağımsız­lığı, toprağında başlar.” Bu söz, sa­dece romantik bir ifade değil, eko­nomik ve stratejik bir gerçektir.

Neolitik dönemden bu yana Türkiye coğrafyası ve Anadolu; bereketli toprakları ve uygun ik­lim koşulları sayesinde, ilk yer­leşik hayata geçen ve tarımı keş­feden medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve resmen tarımın beşiği olmuştur. Bu kadim uğraş, sade­ce bir geçim kaynağı olmanın öte­sinde, toplumsal yapımızın, kül­türümüzün ve hatta tarihimizin şekillenmesinde başrol oynamış­tır. Şu an Anadolu tarımı bizim­le özdeşleşmiş ve bizim kültürel mirasımız durumundadır.

Türkiye, binlerce yıllık tarım geçmişiyle dünyanın en verim­li topraklarından birine sahip ol­masına rağmen bu gücünü ne ka­dar doğru kullanıyor?

Tarih boyunca büyük mede­niyetler tarıma dayalı olarak ge­lişmiş, gıda üretimi ve ticareti sayesinde yükselmiştir. Mezo­potamya’dan Osmanlı İmpara­torluğu’na, Cumhuriyet’in ilk yıl­larından bugüne kadar tarım, ekonomimizin ve sosyal doku­muzu belirleyen en önemli sek­törlerden biri olmuştur. Ancak günümüzde, hızla değişen iklim koşulları, artan maliyetler ve kü­resel ekonomik dalgalanmalar, tarım sektörünü kritik bir döne­mece getirmiştir.

Türkiye tarımının geçmişini, bugününü ve geleceğini analiz ederek, neden güçlü bir tarım po­litikası geliştirilmesi gerektiğini iyi etüt etmemiz gereklidir.

Türkiye, tarımın doğduğu topraklarda yer alıyor

Geçmişi günümüzden 10 bin yıl önceye dayanan Şanlıurfa ilimiz sınırlarındaki Göbeklitepe’de ya­bani buğdayın izleri görülmüş. Geçmişi M.Ö. 7100’lere dayanan Konya ilimiz sınırlarındaki Ça­talhöyük’te modern zamanda çiftçiye karşılık gelen kişiler, tıp­kı Anadolu ve batı Asya’nın diğer bölümlerindeki eski dönem ta­rım toplulukları gibi buğday, ar­pa ve bakliyat dahil olmak üzere pek çok farklı ekin yetiştirmiş­ler. Geçmişi M.Ö. 5.700 yıllara dayanan İzmir ilimiz sınırların­daki Yeşilova Höyüğü’nde İzmir Bornova’nın yerel çeşidi Borno­va Misket Üzümü’ne ait en eski kalıntıları, buğday öğütmek için kullanılan dibek taşlarının ve ka­lıntıları, o tarihlerde bölgenin kendine has buğdayı ile üretilen ekmeklerin üstüne basılan mü­hürler ve bunların kalıntıları bu­lunmuş,

Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi tarımın, gastronominin, fel­sefenin ve tabii ki insanlık kül­türünün geliştiği en özel nokta­lar Anadolu topraklarında yer al­maktadır.

Osmanlı Döneminde tarım yi­ne ekonominin temeliydi. Tarım ürünleri hem iç piyasayı besliyor hem de Avrupa’ya ihraç ediliyor­du. Cumhuriyetimiz ilk yılların­da nüfusun yüzde 80’i kırsalda yaşıyordu. Yine ekonominin te­meli tarıma dayanıyordu. Günü­müzde ise dünyayı etkisi altına alan küreselleşme ve sanayileş­me ile dengelerde değişmeye baş­ladı.

Ülkemiz tarımda büyük bir po­tansiyele sahip olsa da son yıl­larda gübre, mazot, yem ve ener­ji fiyatlarının yükselmesi ile ar­tan maliyetler, verimli arazilerin azalması, iklim krizi etkisi ile meydana gelen kuraklık ve aşırı hava olayları, yem hammadde­si ve bazı tarımsal ürünlerde ye­terince üretim yapamamak, aşı­rı ve bilinçsiz yapılaşma ile hızla yok olan verimli topraklar, tek­nolojiyi yeterince tarımla bir ara­ya getirememek, yanlış tarımsal hamleler, dünyayı kasıp kavuran gelişmeler, savaşlar, Covid-19 Pandemisi, ülkeler arası ticaret savaşları, çok fazla artan nüfus ve tabii ki de gençlerin de tarım­dan hızla kaçması gibi zorluklar­la karşı karşıya.

Türk tarım ve gıda sektörü tüm bunların üzerine bir de maalesef muhteşem lobi çalışmaları ve al­gı yönetimini çok başarılı yapan, reklam ve pazarlama dehası AB ül­kelerinin yaptırımları ve baskıları ile de uğraşmak zorunda kalıyor…

Avrupa’nın en büyük tarım üreticisi olan ülkemiz gıda ve içe­cek sektöründe bedel olarak ihra­cat rekorları kırmasına rağmen maalesef miktar olarak ihracatı azalmakta. Çiftçi sayımız da ister istemez her geçen gün azalmakta.

Ülkemiz tarım ve gıdada kat­ma değerli ürün ihracatında zor­lanmalar yaşıyor. Örneğin zey­tinyağında dünyanın en büyük ilk 3 üreticisi arasında olmamıza rağmen markalı ve şişeli zeytin­yağı ihracatımız neredeyse yok gibi, dünyanın en büyük kuru in­cir, kuru üzüm, kuru kayısı, fındık üreticisi olmamıza rağmen yurt dışında bu ürünlerde markaları­mız yok. Hep dökme ihracat ile uğraşıyoruz.

Aslında bence tarımı sade­ce ‘üretim’ olarak görmek yerine, stratejik bir sektör olarak ele al­mak gerekiyor. Şunu hiç akıldan çıkarmamalıyız; “Tarıma yatırım yapan ülkeler, gelecekte ekonomik bağımsızlığını koruyabilecek”.

Akıllı tarım benimsenmeli

İşte bu noktada neler yapma­mız gerekir dersek;

1. Akıllı tarım ve dijitalleşme ile dikey tarım, hassas tarım tek­nolojileri ve yapay zekâ destekli üretim modelleri üzerinde iyi ça­lışmamız gerekiyor.

2. Kooperatifçilik ve sözleşme­li tarımı doğru anlayarak ve uygu­layarak çiftçilerin pazarlık gücü­nü artırmak ve daha adil bir gelir dağılımı sağlamamız gerekiyor.

3. İklim koşullarını iyi okuya­rak, su yönetimi ve kuraklık ön­lemlerini doğru yaparak koşul­lara uygun iklim dostu tarımsal üretimi benimsemek gerekiyor.

4. Tarımda katma değerli ürün­lere önem vermemiz, hammad­deden çok işlenmiş ürün ihraç etmemiz gerekiyor. En önemli örnek; ürettiğimiz dünyanın en kaliteli zeytinyağını dökme ola­rak satmak yerine şişelenmiş ve markalı olarak satmak önem arz ediyor.

5. Tarım ve gıda sektörümüz için doğru lobi çalışmaları yap­mamız, algı yönetimini iyi yö­netmemiz, reklam ve pazarlama­da muhteşem işler çıkarmamız, doğru tarımsal politikalar üretip istikrarlı bir şekilde sürdürme­miz gerekmektedir.

Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerine göre, tarım sek­törü 2024’te 36,2 milyar dolarla tüm zamanların en yüksek yıllık ihracatını gerçekleştirdi. Doğru adımlarla tarımsal ihracatımızı 50 milyar dolar değil 100 milyar dolara bile rahatlıkla çıkarabiliriz.

Tüm ülkenin meselesi

Biz tarım ve gıdada dünya­nın en önemli oyuncusu olabi­liriz.Unutmamamız gereken en önemli şey tarım ve gıda, Türki­ye’nin geleceğidir. Tarım sadece köylülerin, üreticilerin değil, tüm ülkenin meselesidir. Gıda güven­liği ve ekonomik bağımsızlık için tarımı güçlendirmek, daha da canlandırmak zorundayız.

İyi yönetilen bir tarım ve gıda sektörü, Türkiye’yi hem ekono­mik hem de stratejik açıdan güç­lendirecektir. Sanayileşme ne ka­dar gelişirse gelişsin, tarım olma­dan sürdürülebilir bir kalkınma mümkün değildir. Tarım ve gı­da sanayine çok daha fazla önem vermek gereklidir.

Tarım politikaları günü kurtar­mak için değil, gelecek nesilleri düşünerek oluşturulmalı ve de­vamlılık arz etmelidir. Geleceğin tarımı, toprağın ve suyun değeri­ni bilen, teknolojiyi etkin kulla­nan, çevreye duyarlı ve tüketici beklentilerini karşılayan bir an­layışla şekillenecektir. Genç ne­sillerin tarıma olan ilgisinin artı­rılması, tarımsal eğitimin güçlen­dirilmesi, araştırma ve geliştirme faaliyetlerine yatırım yapılması, tarım sektörünün geleceği açısın­dan hayati önem taşımaktadır.

Tarım Türkiye için sadece eko­nomik bir faaliyet değil, aynı za­manda kültürel bir miras, strate­jik bir sektör ve gelecek nesillere bırakacağımız en değerli ema­netlerden biridir. Geçmişten al­dığımız güçle, günümüzün zor­luklarına akılcı çözümler ürete­rek, geleceğin sürdürülebilir ve güçlü tarımını inşa etmek hepi­mizin ortak sorumluluğudur. Unutmayalım ki, toprak varsa hayat vardır, tarım varsa gelecek vardır. Bir ülke, sanayisini ve ti­caretini büyütebilir ama eğer ta­rımını ihmal ederse, en temel ih­tiyacı olan gıdayı bile başkaların­dan almak zorunda kalır.

Geleceğin tarım politikaları günü kurtarmak için değil, ülke­mizi gıda bağımsızlığına taşıya­cak şekilde tasarlanmalı. Çünkü tarım, Türkiye’nin kaderidir. Ta­rım, Türkiye’nin sadece geçmişi değil, aynı zamanda geleceğidir.

Kaynak URL