Serkan RAŞA

Bugün sizlere iki sene boyunca yaşadığım Lozan ve çevresinden bahsetmek istiyorum. Lozan, özellikle yürüyerek keşfedilmesi gereken bir şehir. Hafif yokuşlu sokakları bana San Francisco’yu hatırlatır. Tarihi dokusu bozulmamış mahalleleri ve her köşe başında karşınıza çıkan göl manzaraları, şehrin ruhunu hissettirir.

Tarihle iç içe olan bu şehir, elbette sadece doğal güzellikleriyle değil, aynı zamanda bizler açısından da çok önemli olan Lozan Antlaşması gibi dünya tarihini etkileyen olaylara ev sahipliği yapmasıyla da önemli. Antlaşmanın imzalandığı Beau-Rivage Palace, bugün hâlâ ayakta ve zarafetinden hiçbir şey kaybetmemiş bir yapı. Göl kıyısında yürürken bu tarihi otelin bahçesinde bir şeyler içmek sizi bir süreliğine 1923’e götürebilir.

Lozan’ın kalbi ise Eski Şehir (La Cité). Koskoca AVM’ler yerine, küçük esnafı koruma geleneğini benimsemiş İsviçreliler’in alışveriş yaptığı küçük butikleri ve sosyalleştiği kafeleri, barları ve restoranlarıyla zamanın yavaş aktığı bir bölgedir. Tepedeki konumuyla şehrin panoramik manzarasına da hâkim gotik tarzdaki Lozan Katedrali, İsviçre’nin en etkileyici dini yapılarından biri sayılır. Hele sabahın erken saatlerinde katedralin önünde bir banka oturup gölün sisli görüntüsünü izlemek, insana müthiş huzur verir.

Lozan aynı zamanda eğitim ve kültürle iç içe bir şehirdir. Lozan Üniversitesi, Federal Politeknik Okulu (EPFL) ve özellikle de École Hôtelière de Lausanne (EHL), dünyanın en iyi otelcilik okulu olarak kabul edilir. Birçok yabancı öğrencinin de yaşadığı şehirde genç nüfusun kattığı dinamizmle tarihi atmosfer dengelenir. Her daim bir sergi, konser ya da sokak etkinliğine rastlamak mümkündür. Spor severler için Ouchy bölgesindeki Olimpiyat Müzesi, hem spor tarihine dair çok şey anlatır hem de göl kıyısındaki konumuyla görmeye değerdir.

Yine Ouchy bölgesinde göl kenarında Alp Dağları’na karşı yapacağınız pikniğin keyfi çok farklıdır.

Yeme içme konusunda ise Fransız etkisi burada kendini hemen hissettiriyor. Göl kenarındaki restoranlarda taze perch (tatlı su levreği) filetosu, klasik bir İsviçre fondüsü veya lezzetli sosis eşliğinde patatesten yapılan röşti ile manzaranın keyfini çıkarmak, seyahatin en güzel anlarından biri olabilir.

Lozan’da mutlaka yapılması gerekenler

Lozan güzelliğini sadece kendi sınırlarında bırakmıyor. Yakın çevresinde de keşfedilmeyi bekleyen harika yerler var:

Vevey (18 km) – Göl kıyısında kurulmuş bu sakin kasaba, hayatının son 25 yılını orada geçirmiş olan Charlie Chaplin’in eviyle bilinir. Bugün “Chaplin’s World” isimli interaktif müze, hem nostaljik hem eğlenceli bir deneyim sunar.

Montreux (26 km) – Müzik severlerin kalbinde yeri ayrı olan bu şehir, her yaz düzenlenen Montreux Caz Festivali ile ün kazanmıştır. Biletleri aylar öncesinden tükenen bu festivalde konserler ikiye ayrılır:

Birincisinde, üç farklı konser salonunda dünyanın en ünlü sanatçıları konserler veriyor.
İkincisinde ise ileride ünlü olma potansiyeli olarak görülen sanatçılar açık hava sahnesinde ücretsiz olarak yeteneklerini sergiliyorlar.

Chillon Şatosu (28 km) – Cenevre Gölü’nün sularına yansıyan Chillon Şatosu, İsviçre’nin en çok ziyaret edilen tarihi yapılarından. Lord Byron’ın “Chillon Mahkûmu” şiirine ilham olan bu şato, 12. yüzyıldan kalma surları, zindanları ve şövalye salonlarıyla ziyaretçilerini geçmişe bir yolculuğa çıkarır.

Lavaux Üzüm Bağları (13 km) – UNESCO Dünya Mirası listesinde olan bu bağlar sayesinde dünyanın en kaliteli beyaz şaraplarından Chasselas’ın anavatanı. Lozan’dan Montreux’ye uzanan bu bağlarda şarap tadımı yapmak, göl manzarası eşliğinde unutulmaz bir deneyim sunar.

Kaynak URL