Yeni girişimcilere tavsiyem; ‘çılgın’ olun

Doğan Selçuk ÖZTÜRK

● Cenk Bey kısaca kendinizden bahseder misiniz?

TED Ankara Koleji’nden mezunum. Daha sonra ODTÜ İnşaat Mühendisliği bölümünü bitirdim. ODTÜ’deki lisans eğitimimi tamamladığım yıl Bilkent Üniversitesi’nde yeni açılan Türkiye’nin ilk Caz Konservatuarı’na tam burslu kabul edilen dört kişiden biri oldum. Evde “Bizim oğlan çalgıcı mı olacak, hâlbuki biz mühendis olsun diye göndermiştik” diye infial çıktı. 2000 yılında da Koç Üniversitesi’nin Executive MBA bölümünü bitirdim. 2001’den başlayarak 16 yıl İstanbul Bilgi Üniversitesi MBA bölümünde yarı zamanlı olarak proje yönetimi ve iş geliştirme dersleri verdim. 500’den fazla öğrencim oldu.

İlk paramı üniversitede okurken Ankara’da ufak tefek mekânlarda bağlama ve gitar çalarak kazandım. Hâlâ bu kazancım devam ediyor çünkü kurucusu olduğum çoğu benim gibi profesyonel yönetici olan iki grup ile müzik yapmaya devam ediyorum. Geçen gün elimi cebime park ücretini ödemek için attığımda, bir önceki gece Nardis’te Istanbul Funk Unit ile birlikte verdiğimiz konserin kaşesi duruyordu. Birden çok mutlu oldum, “alın teri ile kazanılmış” bir paraydı.

ŞİRKETTE İNOVASYON OLDU

● İş hayatına atılmanız nasıl gerçekleşti?

Üniversiteden sonra denizcilik sektöründe faaliyet gösteren aile şirketinde çalışmaya başladım. İlk iş tecrübem bu oldu ve 3-4 yıl çalıştım. Rusya’dan gemi kiralayıp Akdeniz’de kuru yük taşıyorduk. Şirket büyüyünce Amerika hattı açıldı. Bu hat açılınca beni Amerika’ya gönderdiler. İşin başında güvenilir, aileden biri olsun diye. Amerika’da New York ve Houston’da çalıştım bir süre.

Çalışırken bir yandan da programcılık yapmaya başladım. ODTÜ’de son dönem Fortran-4 öğrenmiştik. Şirkette o zaman anlık mesajlaşma için teleks kullanılıyordu, teleksleri dosyalıyorlardı. Ailenin küçüğü olduğum için ilk işe girdiğimde bana iki hafta boyunca teleks dosyalarını okuttular. Sonra dosyaları getirip götürmemi istediler, “Volgabalt 156’nın Boğaz geçiş dosyasını getir” gibi. Kulakları çınlasın Cüneyt Suyabatmaz abimiz teleksi bilgisayara aktaran bir sistem oluşturmuştu. Teleks eskiden manuel yazılıyordu. Sonra gidip bir baktım bütün bu dosyaladıkları yazışmalar aslında bilgisayarda var. Fakat bilgisayarda bulmak yerine gidip dosyadan arıyorlardı. Filefind diye bir program buldum. Filefind *.* yapıp isim yazınca bütün Volgabaltlar geliyordu. Bunu gösterince inanamadılar. Şirkette inovasyon oldu. “Cenk geldi, böyle bir şey buldu” dediler. Gerçekten bu kadar küçük teknolojik yeniliklerin bile bir şirketin hayatını nasıl değiştirdiğini görmüş oldum.

● Neden ayrıldınız aile şirketinden?

Şirketimizin banka hesaplarına da ben bakıyordum. Bana sürekli “Cenk bugün bankada ne kadar paramız var?” diye soruyorlardı. Sistemi kurmuştum, şak diye söylüyordum. Ama bir gün nakit akışı kavramını okudum. Beşiktaş’taki kitapçılardan muhasebe finans kitapları aldım. Mühendislik eğitimi aldığım için yabancıydım ve şunu gördüm. Şu anda bankada kaç paran olduğunun hiçbir önemi yok, önemli olan önümüzdeki hafta, önümüzdeki ay kaç paran olacağı. Bana bunu kimse sormuyordu şirkette. Bir süre sonra ayrılacağımı söyledim.

Maaşına zam yapalım ayrılma dediler, ‘dışarıda başka bir dünya var’ dedim ve ayrıldım.

● Önce danışmanlık sektörüne girdiniz.

Arthur Andersen’ın yüklendiği büyük bir holdingin yeniden yapılanma projesinde çalışmaya başladım. O sırada “Kaçan Keçi” isimli bir grup ile Roxy’de çalıyorduk haftada dört gece. Vokalistimiz de şimdiki Yüksek Sadakat’in vokalisti Kenan Vural. Kenan bir şirkette çalışıyor biliyoruz ama hangi şirket olduğunu bilmiyorduk. Provalara takım elbiseli geliyordu. Bir prova çıkışı beni oteldeki bir toplantıya götürdü. Ortamı ve insanları çok sevdim. Benim CV’mi versene dedim. Tamam dedi. Çeşitli mülakat aşamalarından sonra Alp Bayülken ile 3,5 saatlik bir görüşme sonunda kabul ettiler. O sırada Ernst&Young’ın yönetim danışmanlığı birimini kurmaya çalışıyorlarmış. Tam denk gelmişim. Alp Bey’den o kadar çok şey öğrendim ve rol modelim olarak gördüm ki, hâlâ zaman zaman hatırını sormak, fikir almak için arıyorum. Oradaki tecrübe, bilgi birikimi ve insanlarla birlikte olmak çok önemliydi, kelimenin tam anlamıyla bir okul orası.

“HER ŞEY BULUTA DOĞRU GİDİYOR”

● AloTech’e giden yolda başka girişimleriniz oldu mu?

Ernst&Young’dan ayrıldıktan sonra hem okul hem de ev arkadaşım Bahadır Otaran ile yine bir arkadaşımız Hamdi Tavşan’ın kurduğu DigiTech isminde bir teknoloji şirketine ortak olduk. Onun büyüdüğü ve üretime yetişemediğimiz bir dönemde hisselerimi satarak mutlu bir şekilde ayrıldım. PromoTech isminde bir ithalat şirketi kurdum. Aslında AloTech’in “tech”i de bu şirketlerden gelir. Bahadır o arada Avustralya’ya gitmiş, telekom sektöründe bir fırsat görmüştü. Burada o işi yapmaya karar verdik, bir telekom operatörünün saha abonelik operasyon bayisi olduk. Bu operasyon o kadar başarılı oldu ki İstanbul’daki satışların yüzde 80’ine yakınını tek başına yapmaya başladık. Ekip de büyüyünce mobil operatörlerin ilgisini çektik. Sonra bir mobil operatörün teklifi üzerine saha satış organizasyonunu kurduk. O da büyüdü. Derken temelde bir satış şirketine dönüştük. Bu operatörün saha satış şirketinin ziyaret randevusu alan bir ekibi vardı. Bu ekip telefonla arayıp randevu alıyordu ve çok büyüdüler bir süre sonra. Bir anda 10-15 kişi oldular. Ve oradan bir çağrı merkezi ihtiyacı çıktı. Aslında AloTech’in çıkış noktası da orasıdır. Ondan sonra Türkiye’de olan olmayan yazılımları araştırdık. Kendimiz birtakım yazılımlarla uğraşmaya başladık. O dönemde AloTech’in diğer kurucusu İdris Avcı ile tanıştık. İdris de o sıralar bulutta geliştirme yapıyordu. Türkiye’nin en büyük outsource çağrı merkezi şirketlerinden birinin altyapısını kurmuştu. Yine bizi tanıştıran ortak arkadaşımız ve Türkiye’deki çağrı merkezi duayenlerinden Birkan Babakol… “Her şey buluta doğru gidiyor” diyerek bizi cesaretlendirdi ve AloTech kuruldu.

DON KİŞOT MİSALİ MEYDAN OKUMAK İÇİN YOLA ÇIKTIK

● Yeni girişimcilere tavsiye niteliğinde neler söyleyebilirsiniz?

Bizim ilk müşterimiz Vestel, ikincisi Teknosa’ydı. Yeni kurulan bir şirket ile çalışmalarının nedeni bize yani kuruculara güvenmeleriydi. Çalışan bir ürün vardı elimizde ama o ürünün ilk başladığımız halden şimdi geldiği hali düşünün. AloTech 30’dan fazla ülkede müşterisi ve B2B Unicorn’u olma potansiyeli olan bir teknoloji markası artık. Biz de bunun peşinden gidiyoruz. İlk başlarda ise kendimize güvenerek ve belki de çılgınca bir düşünce ile dünya devlerinin hakim olduğu bir pazara iki kişi olarak Don Kişot misali meydan okumak için yola çıktık. Yeni girişimcilere tavsiyem de “çılgın” olmaları. AloTech’in de parçası olduğu dünyanın en büyük girişimci ağı Endeavor’un kurucusu Linda Rottenberg’in aynı isimli bir kitabı var: “Crazy is a Compliment”.

Geriye dönersek, bir süre sonra şu olmaya başladı. Ernst&Young’da birlikte çalıştığım Cenk Coşkuntürk o zaman bir yatırım şirketine girmişti. Arada bir buluşup yemek yiyorduk. Sonra bir gün yanında başka biriyle geldi. Biz size yatırım yapmak istiyoruz dediler. Paramız vardı aslında bizce. Ama o yatırımı aldık ve şimdi başka bir yerdeyiz. (Gülüyor) Dedik tamam, bize yatırım yapmak isteyen insanlar var. Biz de çıkalım bakalım dedik başka var mı diye. O zaman da Türkiye’deki VC (Girişim Sermayesi) sayısı bugünkü kadar çok değildi. İki teklif daha geldi. Daha sonra anladık ki böyle yatırımcı diye bir şey var. Sana yatırım yapıyor ama aslında bilgi veriyor. Seni büyütüyor. Böylece ilk melek yatırımımızı aldık. Daha sonra Nevzat Aydın bir yatırım yaptı. Geçtiğimiz Ağustos’ta tamamladığımız ilk A serisi yatırım turumuzda 3 milyon dolar yatırım aldık.

Farklı olmamız önemli

Chicago’da bir yatırımcı toplantısında sunum yapacaktık. Orada Amerikalı bir ekip bize destek oluyordu. Dediler ki sunuma enteresan bir şey koyun. Bir kere sunumu 5 dakikada bitirmeniz gerekiyor. Orada olduğumuz süre boyunca da akşamları gidip barlarda çalıyordum. Sunumun sonuna bu konserlerden resimler koydum. Sunum sonrası yatırımcılar sorularını sordu sırayla. En sonunda birisi “Gerçekten çalıyor musun Chicago’da?” dedi. Sanki biraz da sıkıştırmak için… Evet, bu akşam 21.30’da çalacağım istiyorsanız gelin dedim, geldi. Yatırım almadık ama çok keyifli bir sohbet oldu. B turu için yatırımcı adaylarımızdan biri kendisi. Bu işte farklı olmanız, bir hobiniz olması önemli.

Bunlar parayla alamayacağımız şeyler

● Nevzat Aydın’dan aldığınız yatırımı dinleyebilir miyiz?

Akıllı paranın (smart money) önemini Nevzat Aydın’dan yatırım aldıktan sonra anladık. Akıllı para, zengin amcandan para alacağına bu işi daha önce defalarca yapmış, sana yol gösterebilecek birinden sadece para değil, rehberlik de almak demek. Yemeksepeti de büyük bir çağrı merkezi kullanıyor. 7-8 sene önce gidip tanışmıştık. Fakat bizim müşterimiz olmamıştı. Daha sonra Miami’de Endeavor ödülünü kazandığımızda o yarışmada Nevzat Aydın da jüri üyesiydi. O seyahatte bir hafta boyunca Nevzat Aydın ile yakın arkadaşlık kurduk ve bizim ne yaptığımızı ona çok iyi anlatma fırsatı bulduk. Ve şunu gördük; bu seviyedeki kişilere kendinizi anlatabilmek için özel zamanlar yaratmak çok önemli. Nevzat Aydın’ın da bu tip konularda çok büyük desteği oldu ve olmaya da devam ediyor. Hatta ilk yatırımdan sonra bizim ikinci yatırım turumuza da katıldı. Yemeksepeti’nde satışın başında olan Korhan Erçin el sıkışıp ayrılırken Nevzat Aydın bize dedi ki: “Korhan ile iyi bir şekilde ayrılıyoruz. Siz de satışın başına birisini arıyorsunuz. Konuşun isterseniz.” Nevzat’ın bize Korhan’ı, Korhan’a da bizi önermesi önemli bir avantaj oldu… Bunlar hep birbiriyle bağlantılı. Korhan şu anda hem şirket ortağımız hem satış ve proje ekiplerimizi yönetiyor hem de yaşadığımız büyük değişim ve ilerlemenin katalizörü oldu. Bunlar danışmanlıkla, parayla falan alamayacağınız şeyler. Start-up dünyası biraz böyle.