Güney Amerika'da sol rüzgarı

Güney Amerika’da 2020’den itibaren siyasi gelişmeler dikkat çekici biçimde izleniyor. Peru, Arjantin, Nikaragua ve Bolivya’yı takiben Şili, Honduras ve son olarak Kolombiya’da solun zaferi olarak çıkan sonuçlar; hem gelişen ülkeler perspektifinde hem de Pembe Kuşak geçmişine atfen geleceğe dönük senaryoları çeşitlendiriyor.

ÇAĞLAR KUZLUKLUOĞLU – BLOOMBERG HT ARAŞTIRMA

Tam 6 yıl önce; 2016 yılının 23 Haziran Perşembe günü Birleşik Krallık’ta seçmenler, ülkenin Avrupa Birliği üyeliğine yönelik referandumda sandığa gitmiş ve sandıktan yüzde 51,9 ile “AB’den ayrılma” yönündeki oylar galip çıkmıştı. Aynı yıl ABD’nin 58. Başkanlık Seçimleri’nde Demokrat Aday Hillary Clinton ile yarışan Cumhuriyetçi Aday Donald Trump yüzde 54,9 ile ipi göğüslemişti. 2022’de ilk yarının bitimine yaklaşırken, 23 Haziran gününün yine perşembeye denk geldiği hafta; önemli petrol ihracatçısı Kolombiya’da seçimin 2. turunda yüzde 99,88’i açılan sandık sonuçlarına göre Tarihsel Pakt Koalisyonu’nun solcu adayı Petro’nun, yüzde 50,46 ile en çok oyu alarak Kolombiya’nın 60. Cumhurbaşkanı olmaya hak kazandığı haberi ile başladı.

Dotcom Balonu olarak anılan ve “milenyum” henüz başlarken, tıpkı 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı Şubat sonu – Mart başı işgale giriştiği, Kovid’in 2020’de küresel çapta kapanmalara neden olduğu zamanlarda patlak veren, teknoloji hisselerindeki çöküşün dünyaya yayıldığı tecrübe ile start alan 2000’lerin ilk çeyreği; finansal ve ekonomik olduğu kadar siyasi ve toplumsal anlamda da iz bırakan gelişmelere sahne oldu. 11 Eylül Saldırıları, Arap Baharı, küresel terör olayları ve bölgesel çatışmalar ile akabindeki göç dalgaları, küresel ekonomik gelişmelerle birlikte tüm dünyayı biçimlendirirken; gelişmiş ve gelişmekte olan büyük ekonomilerde önemli değişimler gözlendi.

2008 Küresel Finans Krizi ve gelişen ülkelerin yükselişi

Dotcom Krizi ve 11 Eylül Saldırıları’nın etkileri henüz tam anlamıyla dinmeden, 2000’lerde özellikle Çin ve Hindistan gibi gelişen ülkelerin artan talebi ile yükselen emtia fiyatları ve zayıflayan ABD dolarının öne çıktığı esnada, ABD’de konut piyasasından önce ülkeye ardından tüm dünya finansal sistemine sıçrayan kriz başta gelişmiş ülke ekonomilerini durgunluğa sürükledi. Gelişmiş ülkelerin içine girdiği durgunluk, gelişen ülkeleri etkilese de yine Çin ve Hindistan başta olmak üzere gelişen ülke bazlı hareketlenen ekonomik aktivite 2010’larda bu ülke grubunu yükselen unsur haline getirdi. Ortaya çıkan manzara, piyasa hareketlerinde de yansıma bulurken; 2010’ların başında MSCI Gelişen Ülkeler Endeksi, MSCI Gelişmiş Ülkeler Endeksi’ne oranla belirgin oranda tırmanış kaydetti ve gelişen ülke varlıkları cazibeleri ile öne çıktı.

Gelişmiş ülkelerde ekonomik görünüm ve küresel jeopolitik riskler

2010’lu yıllar Arap Ülkeleri’nde toplumsal hareketlilikler ve “Arap Baharı” adı verilen siyasal gelişmelere de sahne olarak başlarken, Rusya’nın yine bir Mart ayında Kırım’ı işgal etmesi ile 2014’ten itibaren jeopolitik gündem daha da hareketlendi. Bu dönemde başta ABD ve Euro Bölgesi’nde merkez bankalarının 2008 Krizi’nden itibaren izlediği genişlemeci para politikalarına karşın, düşük ekonomik aktiviteye bağlı olarak zayıf büyüme performansı ve hedef enflasyon oranlarının altında seyir izlendi. Her ne kadar Fed, 2013’te parasal genişlemeyi kısmaya dönük yeni bir sayfa açtıysa da gelişen ülke varlıklarında daha da göz önüne çıkan kırılganlıklar nüansı bir yana “genişleme” teması varlığını korudu. Artan göç hareketleri ve cılızlaşan ekonomik performans özellikle AB ülkelerinde siyasi ortamın hareketlenmesine neden oldu. Avrupa’daki borç krizi ile Yunanistan’da Syriza ve İspanya’da Podemos gibi sol aktörler, bu durumun göze çarpanları oldular. Dönemin AMB Başkanı Draghi’nin borç yükü ağırlığına dair “ne gerekiyorsa yapacağız” çıkışı ve ardından görülen sert düşüşler akıllarda yer etti. ABD’de de Barack Obama döneminin sonuna yaklaşılırken iktisadi ve diplomatik konular politika zeminini biçimlendirmeye başladı. 2016 yılında beklentilerin tersi biçimde; Brexit oylaması sonucunda İngiltere’nin AB’den ayrılma süreci başlarken, ABD’de de Donald Trump ülkenin yeni başkanı seçildi.

Ticaret savaşı, küresel hisse rallisi ve politik zemin

Brexit ve Donald Trump’ın ABD Başkanı seçilmesinin ardından, ABD-Kuzey Kore nükleer gerginliği ve ABD-Çin arasındaki küresel çapta etkileri gözlemlenen ticaret savaşına karşın; riskli varlıklar dahil olmak üzere tüm dünya hisse piyasalarında 1 yıla yakın süren bir ralli izlendi. Piyasalardaki bu duruma karşın, 2015’ten itibaren özellikle Avrupa’da yaşanan terör olayları, ülkelerin seçim arenalarında yükselen milliyetçilik ve korunmacılık temalı siyasi hareketleri öne çıkardı.

Gelişen Ülkelerin kırılganlıklarının belirginleşmesi ve Kovid-19

Gelişen ülkeler nezdinde de en belirgin örnek olarak; Brezilya’da 10 yılı aşkın süredir iktidarda olan İşçi Partisi, yaşanan bir takım gelişmeler ve zayıflayan ekonomik görünüm sonucunda yerini korunmacı ve milliyetçi politikaları savunan Jair Bolsonaro yönetimindeki hükümete bıraktı. Benzer manzara başta Macaristan ve Polonya olmak üzere farklı gelişen ülke gruplarında sürüyor ya da görülüyordu. Gelişen ülkeler içerisinde yer alan Güney Amerika ülkelerinin birçoğu, 2008 Küresel Krizi öncesi ve sonrasıdaki siyasal iklimlerinde on yıllık süreç içinde büyük değişimler yaşadılar. 2000’lerin başında, 90’lı yıllarda küresel piyasalara entegrasyon ve enflasyonist görünüm deneyimi yaşayan Güney Amerika ülkelerinde yükselen sol hükümetler başa gelmiş ve “Pembe Kuşak” adı verilen bu dalga 2010’ların ortasına kadar sürmüştü.

Kovid-19’un tüm dünyada yarattığı etki, önceden var olan toplumsal ve ekonomik dengesizlikleri hem küresel hem de ulusal anlamda derinleştirirken, Güney Amerika’da 2020’den itibaren siyasi gelişmeler de dikkat çekici biçimde takip ediliyor. Peru, Arjantin, Nikaragua ve Bolivya’yı takiben Şili, Honduras ve son olarak Kolombiya’da solun zaferi olarak çıkan sonuçlar; hem gelişen ülkeler perspektifinde hem de Pembe Kuşak geçmişine atfen geleceğe dönük senaryoları çeşitlendiriyor. Brezilya’da da yaklaşan seçimler, özellikle pandemi sürecinde izlediği politikalarla eleştirilen ve Tropiklerin Trump’ı olarak anılan Bolsonaro için zorlu geçecek gibi görünüyor. Gelişmiş bir Avrupa Ülkesi olan Fransa’da, 2017’de aşırı sağı bloke etme adına öne çıkarak seçimleri kazanan ve 2022’de tekrar ipi göğüsleyen Emmanuel Macron’un partisi dünyayı meşgul eden konuların gündemde olduğu ortamda Ulusal Meclis’te çoğunluğu kaybederken; Jean Luc-Melenchon’un sol hareketi burada da ikinciliği elde etti. Başta ABD ve farklı bir takım gelişen ülkelerde yaklaşan seçimler, yaygın ve kalıcı hale gelen enflasyon ve artan düşük büyüme baskısı karşısında önümüzdeki dönemde yaşanacak gelişmeleri geçmişte olduğu gibi kritik hale getiriyor. Brexit’in 6. yılı geride kalırken İngiltere’de de özellikle düşen yaşam standartları, kamuoyundaki ağırlığını giderek artırıyor.

Kaynak URL