Günay DEMİRBAĞ
Heykel sanatçısı Ahmet Yiğider, “Karınca Yuvası” sergisinde, doğanın en organize topluluklarından biri olan karıncalardan yola çıkarak, izleyiciyi duyusal ve mekânsal bir keşfe çıkarıyor. Kokunun sanattaki rolünü, karıncaların kimyasal iletişiminden insan algısına uzanan bir yolculukla ele alan Yiğider, sanatsal pratiğini ve bilimle kesişen yönlerini anlatıyor.
Serginizin adı “Karınca Yuvası”. Karınca dünyasının hangi yönleri dikkatinizi çekti?
Karıncalar, benzersiz bir sosyal organizasyon düzeyi sergileyen, özünde tam-sosyal yaratıklardır. Arılar ve termitler gibi türlerin yanı sıra, belirli karınca türleri bu kategoriyi temsil eder. İnsanlar gelişmiş bireysel bilinçleriyle ünlü olsalar da karıncalar karmaşık iş bölümü ve kolektif karar alma mekanizmalarıyla sosyal organizasyonda bizi geride bırakırlar. Karınca kolonilerinde, toplumsal çıkarlar bireysel arzuları gölgede bırakır. İlginç bir şekilde, karıncalar koku duyuları aracılığıyla tüm hayati iletişimi kolaylaştırmak için feromonlara (kimyasal sinyaller) güvenirler.
“Karınca Yuvası”nda izleyici, kumaş ve metal kullanarak ürettiğim formun içinden geçerken bir yandan mekânın ve uzayın akslarını kaybederek yönsüzleşiyor. Diğer yandan, sanat etkileşimi için provokatif ve sıra dışı bir güç barındırdığına inandığım koku duyusu ve kokuyla bütünleşen ses enstalasyonu sayesinde, izleyiciye bir son nokta ve merkez algısı hissettiriyor.
Evrenin enginliği insanlar için soyut kalır. Tersine, doğa, görünüşte erişilebilir olsa da, bu sınırsızlığın bir parçasıdır. Çıplak gözle görülebilen en küçük ama en sıra dışı yaratıklardan birini vurgulamayı, insanlar ve bu tür arasında bir etkileşim -bir fısıltı- aramayı amaçladım.
Kokunun hayatımızdaki önemi nedir ve sizce toplumları nasıl etkilemiştir?
Çeşitli türler, özellikle böcekler, memeliler ve bazı sürüngenler için koku, temel yaşam işlevlerinin, özellikle de iletişimin ayrılmaz bir parçasıdır. Yiyecek bulma, akraba, müttefik veya düşmanları uzaktan tanıma ve hatta doğru eş seçimi gibi hayati faaliyetler koku aracılığıyla gerçekleşir. İnsan türünde bilişsel ve sözel iletişime olan güven, en azından hâkim görüşe göre, koku alma duyusuna olan bağımlılığı azaltmıştır. Modern insanlar kokuyu hayati bir yaşam fonksiyonundan çok bir zevk kaynağı olarak algılayabiliyor. Diğer memelilerle karşılaştırıldığında, insanlar eş seçimi veya birincil güvenlik ipuçları için kokuya güvenmeyebilirler. Yine de bilinçli veya bilinçsiz olarak, koku dış dünyaya ilişkin algımızı önemli ölçüde etkiler.
Önemli bir diğer konu ise lezzet ve haz merkezli beslenen bir tür olarak, tükettiğimiz her şeyin karakterini ve aromasını koku alma sistemimiz aracılığıyla ayırt ederiz.
Karıncalar ve koku arasındaki ilişkiyi insan merceğinden anlamak, karıncalar için kokunun bir dil, bir iletişim biçimi olarak işlev gördüğünü ortaya koyar. Bu projede bir canlı türünün kokuyla gerçekleşen iletişimini deneyimlemeyi ve bunu insan keşfine sunmayı arzuladım.
Serginizin üretim sürecinde hangi bilimsel yöntemlerden faydalandınız?
Laboratuvarda ve atölyemde yaptığım gözlem, deney ve duyusal analizlerde, karıncaların, kontrollü yürüme yollarında strese maruz bırakıldıklarında bıraktıkları kimyasal izleri incelemeye çalıştım. Bu izler oldukça zor fark edilebilir olsa da duyusal analiz yapmaya imkân tanıyor. Cam tüpler içine yerleştirdiğim olfaktif (kokusal) olarak nötr alanlarda hareket eden karıncaların bu boşluğa yayılan salgıları üzerinden hem duyusal hem de moleküler düzeyde analizler gerçekleştirdim.
9. Çanakkale Bienali’nde “İncir, İnsan, Toprak” adlı eserinizde “insan” kokusuna odaklanmıştınız. Bu eseriniz ve “Karınca Yuvası” sergisine baktığınızda nasıl bir ortaklıktan bahsedebiliriz?
2024 yılında Çanakkale Bienali için ürettiğim eser, üç imge arasındaki geçişleri ve ilişkileri hem kavramsal hem de kokularla algılanabilir bir deneyim olarak ortaya koymayı amaçlıyordu. Bunlar: incir, insan ve toprak. Dolayısıyla incir kokusu, insan kokusu ve toprak kokusu odağımdaydı.
Sorunuzda bahsettiğiniz “insan kokusu” çalışmasında, bir yanda tüm memeli türleri için vücut kokusunun temsili olarak stilize ettiğim misk moleküllerini kullandım. Bunun yanında insanın ten kokusunu en saf hâline en yakın biçimde analiz etmek için, bebekler üzerinden bir dizi çalışma gerçekleştirdim. Anne sütüyle beslenmenin hâlâ baskın olduğu 4. ve 5. ay evrelerindeki bebeklerin boyun bölgesine, uyku sırasında özel kumaşlar yerleştirerek bu kumaşları daha sonra GC-MS yöntemiyle analiz ettim. Böylece, bebek kokusunu oluşturan temel aldehit ve moleküllerin önemli bir kısmını tanımlamayı başardım.
“Heykelde Duyusallık ve Karınca Yuvası” kitabında yer alan metinler sanatsal pratiğinizin hangi yönlerini öne çıkarıyor?
Sergiye paralel olarak yayımlanan kitap, dört yazarın kaleminden çıkan beş bölümden oluşuyor. Alistair Hicks’in yazısı, sergimi sanat tarihi bağlamında ve dünyanın farklı coğrafyalarında üretilmiş çeşitli disiplinler arası eserle birlikte analiz ediyor.
Vedat Ozan, bir duyu ve koku uzmanı olarak, hem benim duyusal ve kavramsal işlerimi teknik yönüyle ele aldı hem de koku duyusunun sanatla ilişkisini tarihsel bir perspektifle inceledi.
Emre Zeytinoğlu, kokunun bellekle ilişkisini derinlemesine ele aldı. Svetlana Boym, David Eagleman, Patrick Süskind, Proust ve Proust üzerine yazan Jonah Lehrer gibi isimler, Zeytinoğlu’nun kapsamlı metninde ele aldığı düşünürlerden sadece birkaçı… Zeytinoğlu, kavramsal çalışmalarımın yanı sıra heykel pratiğimi ve heykelin kavramsal boyutunu da analiz ettiği çalışmasını “Karmaşık Bir Nöron Organizasyonu” olarak adlandırdı. Sanatımı bir bütünlük içinde ele alarak, izleyiciyi “doğa ve tüm canlılar” birliğine taşıyan bir süreç olarak tanımladı.
Karınca Yuvası sergisinin küratörü olan Dilek Karaaziz Şener, serginin kavramsal ve duyusal yönünü sanat tarihi açısından değerlendirmekle kalmayıp, heykel pratiğimi “duyusallık” ekseninde tarihsel bir bağlamla ele aldı.
Heykelinizde malzeme olarak ahşabı daha çok görüyor olmamızın bir nedeni var mı?
Ben malzemeyi, medyayı ve tekniği sanat düşüncesinin hizmetinde bir araç olarak görüyorum. Belirli malzemelere odaklanmak teknik olarak derinleşme ve ustalık kazanma imkânı sağlasa da sanat pratiğimde herhangi bir malzemeyle bilinçli olarak güçlü bir bağ kurmayı tercih etmiyorum.
Nitekim, heykellerimde yalnızca ahşap değil, metal ve taş dâhil birçok farklı malzeme kullanıyorum. “Karınca Yuvası”nı kumaş kullanarak üretmiş olmam iyi bir örnek olabilir. Sanıyorum, farklı bir malzeme kullanarak 500 metrekareyi aşan bir temas yüzeyi oluşturmayı ve bu formu ortaya çıkarmayı başaramazdım.
Öte yandan, son 10 yılda ürettiğim heykellere baktığımda, ahşabın belirgin bir şekilde öne çıktığını görüyorum. Bunda, ahşap malzeme ne kadar terbiye edilirse edilsin tabiatın canlılığından belirgin izler taşıması neden olabilir belki. Diğer yandan ahşap, biçimlendirebileceğimiz kalıcı malzemeler arasında belki de duyusal tarafı en güçlü olan malzeme.