İstanbul
Avrupa Komşuluk Konseyi Direktörü Samuel Doveri Vesterbye, ABD-Rusya yakınlaşması, AB’nin aktif olmasının gerekliliği, Zelenskiy-Trump görüşmesi ve Türkiye’nin bu bağlamdaki ara bulucu rolünü AA Analiz için kaleme aldı.
***
Geçtiğimiz hafta, ABD-Ukrayna ilişkilerinde derin bir kırılma yaşandı. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, Oval Ofis’te yaptığı açıklamalarda ABD’nin çifte standartlarını açıkça eleştirerek Washington’un tutarsız politikalarına tepki gösterdi. Bunun sonucunda, Ukrayna, ABD’den beklediği güvenlik garantilerini kaybetti ve ön anlaşmaya vardığı stratejik maden kaynakları anlaşması askıya alındı. Televizyon ekranlarına yansıyan bu kriz, ABD ile Avrupa arasındaki transatlantik bölünmenin sembolik anlarından biri olarak kayıtlara geçti.
Geleneksel olarak Washington’a yakın bir müttefik olan Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas, sosyal medya üzerinden yaptığı açıklamada “Özgür dünyanın yeni bir lidere ihtiyacı olduğu netleşti. Bu meydan okumayı üstlenmek biz Avrupalılara düşüyor.” ifadelerini kullandı.
Ancak Avrupalı diplomatlar özel görüşmelerde daha ciddi endişeler dile getiriyor. Bir AB yetkilisi, “Önce silahlandırıyorsunuz, sonra terk ediyorsunuz. ABD güvenlik garantilerine kim hala inanıyor?” diyerek Washington’un güvenilirliğini sorguladı. Benzer şekilde bir Türk diplomat, “Çöken bir Ukrayna; Karadeniz, Kafkasya, Suriye ve Orta Asya’daki güvenlik çıkarlarımızı doğrudan tehdit eder.” yorumunda bulundu.
ABD’nin mevcut stratejisi, Rusya’nın jeopolitik konumunu güçlendirmeye devam ediyor
Zayıflayan bir Ukrayna yönetimi, Rusya’nın stratejik konumunu önemli ölçüde güçlendirirken, Türkiye, Finlandiya, Fransa ve Polonya gibi ülkeler için ciddi jeopolitik sonuçlar doğurabilir. Uzmanlara göre, bir rakibin hamlelerini doğru tahmin edebilmek için onun perspektifinden düşünmek gerekir. Moskova, son kırk yılı “Rusya ve Sovyetler Birliği’ne karşı yürütülen aktif bir saldırı dönemi” olarak görüyor ve bu süreçten NATO ile Doğu Avrupa ülkelerini sorumlu tutuyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın seçilmesinden bu yana, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in kendisini daha güçlü ve Batı’ya karşı intikam arzusuyla hareket eden bir lider olarak hissettiği öngörülüyor.
Ancak bazı analistler, ABD-Rusya yakınlaşmasını yalnızca Trump’ın kişisel tercihi olarak yorumlamanın yanıltıcı olduğunu belirtiyor. Aslında, Washington’un temel hedeflerinden biri Çin’i yalnızlaştırmak ve Pekin ile Moskova’nın arasını açmak. Bu stratejinin bir parçası olarak, Rusya’ya belirli bir güç alanı tanınırken, Orta Asya ve Kafkasya gibi bölgelerde nüfuz kazanmasına göz yumuluyor. Ancak bu durum en çok Türkiye’nin çıkarlarına zarar veriyor. Washington’un “ters Kissinger doktrini” olarak da adlandırılan bu yaklaşımı uzun süredir bilinen bir strateji olsa da başarısının ne kadar sürdürülebilir olduğu belirsizliğini koruyor.
ABD’nin Rusya’ya dolaylı destek vermesi, aynı zamanda Avrupa’daki çıkarlarını yeniden müzakere etmek için bir pazarlık kozu sağlıyor. Washington’un stratejisi oldukça basit: Rusya’yı büyük bir tehdit olarak gösterirken, ABD’nin bu tehdidi bertaraf edebilecek tek aktör olduğunu savunuyor. Bu süreç, ABD’nin iş dünyası, teknoloji ve fosil yakıt sektörlerindeki çıkarlarını garanti altına alırken, Avrupa ülkeleriyle birebir pazarlık yapma fırsatı elde ediyor. Ancak, Washington’un Avrupa’ya ne gibi tavizler verebileceği halen belirsiz. Kesin olan tek şey, Ukrayna’ya yönelik ABD destekli finansal yardımların artık masada olmadığı. Washington’un esas önceliği, harcamaları kısmak ve Çin’e odaklanmak. Bu amaç doğrultusunda, Avrupa’yı daha yüksek tarifeler, azaltılmış istihbarat paylaşımı ve sınırlı askeri iş birliği gibi tehditlerle baskı altına alıyor. Bunun karşılığında ise, Avrupa’nın Netanyahu’ya daha fazla destek vermesini, Çin ile ekonomik ilişkilerini azaltmasını ve ABD merkezli büyük teknoloji ve enerji şirketlerine daha fazla pazar erişimi sağlamasını bekliyor.
Washington’ın stratejisi ne kadar sürdürülebilir?
Avrupa ülkeleri, Trump’ın politikalarına alternatif çözümler aramaya başladı. Foreign Policy yazarı Lili Pike, “Trump’ın yıkıcı hamlelerinin ardından Çin, Avrupa ile daha yakın ilişkiler geliştirmek için fırsatlar araştırıyor.” ifadelerini kullanarak, ABD’nin transatlantik ittifakını zorlayan politikalarının Çin’e alan açtığını belirtiyor. Bunun bir örneği, Pekin’in Rusya’ya yönelik çift kullanımlı ihracatlarını sınırlandırarak Washington’un Moskova ile yakınlaşmasına karşı bir denge oluşturması olabilir. Bu durum, Trump’ın Avrupalılardan gelecekte Çin ile bir ticaret savaşını desteklemelerini istemesini zorlaştıracaktır.
Trump, Zelenskiy’ye yönelik sert eleştirilerde bulunurken, Fransa ise diğer ülkelerle yeni güvenlik anlaşmaları oluşturuyor. Dörtlü istihbarat paylaşımı artarken, yeni bir savunma komiseri Avrupa’nın askeri tedarik sürecini koordine etmekle görevlendirildi. Buna paralel olarak, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Almanya’da seçimlerin galibi, gelecek Şansölye Friedrich Merz, sanayi koordinasyonu, Fransız nükleer caydırıcılığının genişletilmesi ve Eurobond ihracı gibi konuları tartışıyor.
Bu yeni Fransız-Alman ittifakı, Türkiye’yi de doğrudan etkiliyor. Paris ve Ankara arasındaki politik görüş ayrılıklarına rağmen, Türkiye, Avrupa’nın en büyük ticaret ortaklarından biri olmaya devam ediyor. Türkiye’nin sanayi üretimi, stratejik mineraller ve enerji transitinde Avrupa için birincil tedarik zinciri merkezi olması da Ankara’nın ekonomik ve jeopolitik önemini artırıyor. Türkiye’nin Fransız-Alman ittifakından tamamen uzaklaşması düşük bir ihtimal olarak değerlendiriliyor. Zira Türkiye’nin toplam dış ticaretinin yüzde 40’ından fazlası doğrudan Avrupa Birliği ile yapılırken, ABD ile olan ticaret hacmi yüzde 5, Rusya ile ise yüzde 11 seviyesinde.
Peki ya Ukrayna?
Riyad’daki ilk toplantının ardından, geçen hafta İstanbul’da ABD ve Rusya yetkilileri arasında ikinci tur görüşmeler gerçekleşti. Bu toplantılarda büyükelçiliklerin yeniden açılması ve Ukrayna’daki normalleşme süreci gibi teknik konular ele alındı. Türkiye, uzun süredir Ukrayna barış görüşmelerinde tarafsız bir arabulucu olarak hareket ediyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Türkiye’nin jeostratejik konumunu ve Trump, Putin ve Zelenskiy ile kişisel ilişkilerini ustaca kullanarak etkili bir diplomasi yürüttüğü gözlemleniyor.
Ankara’nın Ukrayna’da askeri varlık göstermesi halinde, bu hamlenin Türkiye’nin Avrupa’daki stratejik konumunu güçlendirebileceği değerlendiriliyor. Ancak, bu sürecin ABD, Polonya, Fransa ve İskandinav ülkeleri tarafından nasıl karşılanacağı belirsizliğini koruyor. Türkiye’nin Avrupa güvenlik mimarisinin ayrılmaz bir parçası olduğu gerçeği göz önüne alındığında, Ankara’nın bu süreçteki pozisyonu hem Ukrayna’nın hem de Avrupa’nın jeopolitik istikrarı açısından belirleyici olacaktır.
[Samul Doveri Vesterbye Avrupa Komşuluk Konseyi Direktörüdür.]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.