Barış İnce: Zincirlerimden kurtuldum

Gülseren ÜST POLAT

Yeni kitaptan başlarsak ‘Köksüzler’ de okurları ne bekliyor. Ne anlatıyor kitap?

Köksüzler, İzmir’in gecekondu semtinden üç defineci kardeşle Almanya’ya göç etmiş İzmirli bir kadının yollarının kesişmesiyle başlıyor. Hikâye akarken de mekan-insan, göç, bellek, kök salma gibi konular izlek olarak romanda yer alıyor. Okurlara, gayri resmi bir İzmir tarihi anlatırken aynı zamanda da sürükleyici bir hikâyeyi, özgün karakterle sunmaya çalıştım.

Hikayenin çıkış noktası neydi? Böyle bir konuyu yazmak nereden geldi aklınıza?

Yazmaya başlamadan önce kimi zaman aklınıza bir fikir gelir ve o fikri geliştirmeye çalışırsınız. Kimi zaman bir duygu kimi zaman da bir çelişki meşgul eder kafanızı. Gelsin de nereden gelirse gelsin dediğimiz o ilham perilerini çağıran şeyler bunlar. Benim bu kitabı yazma sürecim kısaydı ama biriktirme aşaması çok uzun sürdü. Kurduğum mekâna ve orada yaşayan insanlara dair gözlemlerim ve okuduklarım epey zamanımı aldı. Tüm bu geniş çerçeve içinde hikâyeyi daraltıp “bu” dediğim an ise ancak yazarken olabildi. Yani masaya oturmadan önce, notlar aldığım süreçte tek bildiğim şey, mekan, hafıza ve sınıf hikayesi olacağıydı. Daha önce Çelişki romanından değindiğim defineci hikayesi ise çok daha geniş bir biçimde bu romana girdi.

Bu hikayenin kurgu aşamasından kağıda dökülmesine kadar nasıl bir serüven yaşandı? Ne kadar sürdü, son noktayı koymanız?

Mesleğiniz buysa, yazmaktan başka bir çareniz de yoksa sürekli kafanızda bir metin döner. Bu çoğu zaman bir ses, bir fikir, bir izlektir. Benim kafamda kentin olağanüstü değişimini anlatmak vardı. Bu da İzmir’e 18 yıl sonra döndüğümde pek çok şeyi hatırlayamama duygusuyla başladı. Elbette öncesinde de mekan-insan ilişkisi düşündüğüm bir konuydu. Sonrasında İzmir tarihini okumaya başladım. İzmir deyince sadece deniz, kum, güneş, Kordon, laiklik vb. yok. Bunlar elbette ki önemli ve kenti belirleyen şeyler ama derin bir yoksulluk, başkalarının malına konarak edinilmiş zenginlik ve kökleşmeyi engelleyen sürekli bir göç olgusu var. Bence İzmir’in tarihi aynı zamanda göçler tarihidir. Bu temalar kafamda oluştukça hikayeyle de birleşti.

Son kitapta yeni bir dille çıkıyorsunuz okurun karşısına. Nedir bu değişimin sebebi?

Kendi sesinizi bulduktan sonra o sesi koruyup yani özgün yönünüzü keşfedip, sürekli bir yenilenme içine girmeniz gerekiyor. Kendini tekrar etmek bir edebiyatçı için en kötü şeylerden biri olsa gerek. Üslubunuz vardır ama sürekli bir arayış halindesinizdir. Sanat da bu arayışla ilerleyen bir şey zaten.

Peki, ilk kitabınızdan dördüncü kitabınıza gelene kadar Barış İnce olarak siz nasıl bir değişim yaşadınız, yazarlık adına?

İlk kitaplarımdaki dilin biraz daha tedirgin olduğunu hissediyorum. Beni gazeteci olarak tanıyan insanların ne diyeceğini kafama takmışım sanırım. Ancak edebiyat camiası tarafından kabul edilip, roman ödülü aldıktan sonra elimin daha rahatladığını söylemem gerekebilir. Bu denli sert bir romanı başka türlü yazamazdım.

Henüz kitabınız çok yeni ama yine de soralım. Şimdiye kadar nasıl geri dönüşler aldınız?

Tartışma yaratacağını bildiğim bir kitaptı çünkü alışılmış bir İzmir anlatısı değil. Aksine bir ‘gayri resmi’ tarih… Gerçi bu gayri resmi tarih lafını da pek sevmiyorum çünkü akla hemen 2000’lerin ortasındaki bulamaç tartışmalarını getiriyor. Benim anlattığım tarih aslında sıradan insanların, yoksulların, dışlanmışların tarihi ki aslında esas tarihi aşağıda onlar yazmış. Şu ana kadar okuyabilen kişiler ki henüz dağıtıma çıktı, yapmak istediğimi anlamış. Yapılan tüm yorumlarda bunu gördüm. Kimse alınmamış, gücenmemiş çünkü tüm karakterlerimi aynı vasatta eşitledim. Çoğu kişi en beğendikleri romanım olduğunu söylüyor. Bu diğer kitaplarım için biraz üzse de zincirlerimden kurtulduğum için seviniyorum.

Gazeteci kimliğiniz de var. Peki, hangisi sizi daha çok tatmin ediyor sizi?

Aslında bıraktım, 2018 yılında gazeteciliği bırakıp İzmir’e yerleştim. Basın kartımı iade ettim. Bir süre işsizlik maaşı aldım. Edebiyat atölyeleri yaparak geçindim. Salgın ve ekonomik krizle birlikte atölyemi kapatmak zorunda kaldım. Gazetecilik olarak görülen faaliyetim arada bir BirGün gazetesine yazdığım yazılar ve çağırırlarsa TV’de yaptığım konuşmalardan ibaret. Bence bunlar gazetecilik faaliyeti değil. Çünkü gazetecilik çok disiplinli, haber odaklı bir iştir. Bizim yaptığımız arada bir uzaktan yazı göndermekten ibaret. Bu yazıları bir aydın sorumluluğu ile yazıyorum, gazetecilik adına değil.

Yazıp-yönettiğiniz bir belgesel filminiz de var. Hazır yeni kitap bitmişken bu tarz bir proje görecek miyiz Barış İnce’den?

Evet, Kabuğu Kırmak adında bir belgeselim var BluTv’de şu an. Aslında Köksüzler romanı için yaptığım araştırmalar sırasında açtığım bir parantezdir o belgesel. Mardinli midyeci bir aile var romanda onları araştırırken midye dolmanın tarihinin ne kadar enteresan olduğunu farkettim. Romanda birkaç cümlede geçecek olan bu mevzu geleceğe kalsın istedim. Ercan Kesal ekipman desteği verince, Metin Kaya da görüntü yönetmenliğini yapınca belgeselimizi çekebildik. Önümüzdeki dönemde senaryo çalışmalarım devam edecek ama belgesel değil kurmaca yönünde.

Son olarak, sırada ne var diyelim? Var mı kafanızda yeni bir kurgu?

Roman bittikten sonra insan uzun süre kendisine gelemiyor. En azından bende öyle oluyor. Bu bitti hadi yenisine başlayayım diyemiyorum. Karakterler kafamdan gitmiyor. Onlar gibi düşünmeye alıştığım için bu beni zorluyor. Bir süre dinlenmek ve başka türlerle ilgilenmek gerekiyor. O yüzden roman okurla buluşurken ben de daha farklı türlere yönelebilirim.

Kaynak URL