Ahmet Güneştekin: Geleneksel sanat, geçmişi olduğu gibi kopyalamak değildir

Günay DEMIRBAĞ

Sanat dünyasının önemli isimlerinden Ahmet Güneştekin, uzun bir aranın ardından Ruzy Gallery’de olan son sergisi “Uyandığımız Çağ”, günümüzde yaşananları geçmişin referanslarıyla buluşturarak izleyiciyle çağlar arası bir köprü kurmayı amaçlıyor.

Güneştekin, çalışmalarının geçmişin referanslarına dayandığını ve eserlerinde kullanılan malzeme seçiminde hikâyenin ve sanatçının bakışının belirleyici olduğunu vurguluyor. Sergi öncesi bir araya geldiğimiz sanatçı ile hem sergi hem de çalışmaları hakkında konuştuk.

En son serginin ismi olan Uyandığımız Çağ ile neyi ifade ediyorsunuz, açıklar mısınız?

Uyandığımız Çağ, aslında bugüne çok uygun bir dil. Uyandığımız her gün, geçmişin referanslarını taşır. Biliyorsunuz, geçmişten bugüne sanatçılar kendi zamanlarının tanıklarıdırlar ve bugün yaşanan her şeyi sanat yoluyla sonraki kuşaklara aktarma gibi misyonları vardı ki ben de onlardan biriyim. O açıdan benim işlerime bakıldığı zaman, ana temasını mitler oluşturuyor; Anadolu, Mezopotamya ve Grek yani Yunan mitolojisi. Çünkü bizim coğrafyada bunların tamamı hâkim, Ege’ye gidiyorsunuz Yunan mitolojisiyle karşılaşıyorsunuz. Anadolu’nun bütününde yine birbirine bağlantısı olan mitlerle buluşuyorsunuz ki Mezopotamya büyük bir havza olması nedeniyle büyük bir kültürel akrabalık barındırıyor. O açıdan baktığımız zaman bütün mitler kaynak olarak birbiriyle geçiş içinde. Yani bugün Anadolu’da bir Şahmeran ile Yunan mitolojisindeki bir Medusa miti arasında kültürel bağ, akrabalık var. Aynı şeyleri her kültür kendine göre yorumluyor, kendine göre isimlendiriyor, sanatçıları desenlendiriyor, yorumluyor. Ama misyonları ve amaçları neredeyse birebir. O açıdan ben o geçmişten gelen zamanı bugünkü çağda uyandırıyorum.

Geçmişten esinleniyorsunuz ve o geçmişi geleceğe bir miras olarak mı taşıyorsunuz?

Mirastan daha ziyade, ben hep geçmişi referans alırım. Hayatımızın her aşaması referanslarla doludur. Bugün biz sadece ona ek yapıyoruz ve buna gelenek diyoruz. Yani aslında geleneksel sanatın yeni bir tanımıdır. Ben geleneksel sanatın, geçmişi olduğu gibi kopyalamak olduğuna inanmıyorum ve karşı çıkanlardan biriyim. Daha önce yapılmış bir işi referans alırsınız ama bugün bu zamanın bir sanatçısı olarak onun üzerine bir şey katmanız, eklemeniz gerekir. Örneğin üç asır önce yapılan bir çini veya resim bizim gibi o dönemin ustaları, sanatçıları tarafından yapılmış. Onu birebir kopyalarsanız ya da halen o çağındaki etkisi altında kalırsanız sizin oraya bir katkınız olmaz. Aksine orada takılıp kalırsınız.

Çalışmalarınızı nasıl bir sentezden veya bir duygu süzgecinizden geçiyor?

Sanatı bilginin yarattığına inanan biri olarak geçmişi referans alıyorum. Sürekli araştıran, sürekli okuyan, sürekli gezen bir yapım var. Bu açıdan da benim üretmem daha kolaylaşıyor. Çünkü birçok kaynağa ulaşabiliyorum. Dünyayı, Anadolu’yu defalarca gezdim. 20, 25 senedir Türkiye’nin 81 ilinin tamamını, 1.000’e yakın ilçesine gittim.

‘Ülkenin tamamında kültür mirası var’

Türkiye’nin şöyle bir avantajı var; Türkiye’yi elinize bir çamur gibi alıp bir top yaparsanız ya da bir avuç bilye gibi toplarsanız ve tekrar yere atarsanız her biri bir renktir, zenginliktir. Bu kadar büyük bir kültürün mirasçılarıyız ama ülkenin ne kadar değerini biliyoruz ondan emin değilim. Yani yedi bölgenin yedisi de çok zengin. Tamamında kültür mirası var. Baktığınız zaman sayısız kültürel katman üst üste inşa edilmiş. Mesela İskender’in yolculuğu Türkiye üzerinden geçmiş, Darius’la olan savaşının en önemli güzergâhı bizim coğrafyamızda olmuş ve gittiği her yerde de iz bırakmış. Bunun gibi sayısız seyyah, gezgin ve komutan bu coğrafyada bir şekilde iz bırakmış, birçok kültür buradan geçmiş Bizans, Roma, Persler gibi sayısız millet burada bütün bir geçmişi kültürüyle beraber diliyle beraber, sesiyle beraber bu coğrafyada izlerini bırakmış.

Yani nereye giderseniz bir şey görürsünüz bir şey bulursunuz o açıdan sınıflandırmak oldukça güç. Tarih olarak baktığımız zaman muhtemelen en etkili yerlerden bir tanesi olan 12.500 yıllık Hasankeyf ’in önemli bölümü surlar altında kaldıysa da izlerini yok edemiyorsunuz.

Göbeklitepe, inanılmaz bir coğrafya. O bölgenin tamamında dünyanın bütün tarihi akışını değiştirecek kadar zengin kaynaklarla dolu. Yine Batman’a yakın bir yerde 13 bin yıla yakın mimari geçmişi olan önemli bir ören yeri şu anda ortaya çıkılıyor. Yani bizim mirasçısı olduğumuz coğrafyanın en az 13.000 yıl bilinen ve öncesi bir geçmişi var.

Aslında dünya tarihini değiştiren bir yapıya sahibiz ama kötü mirasçılarız biz. Bu mirasın içinde bunları siz görebiliyorsanız, hissedebiliyorsanız sanatınıza bir şekilde yansıyor. Aslında benim sanatımın bütün kaynağı ve bütün temeli Anadolu’nun o farklı zenginlikleri, farklı dilleri, renkleri, farklı inançları, gastronomisi kısaca her şeyi. İnanılmaz bir şekilde bu zenginlik renkleriyle, hikâyeleriyle eserlerime yansıyor.

‘Sadece konformist bir sanatçı değilim’

Önce Diyarbakır sonra da İzmir’de serginiz oldu. Bu sergilerinizin içeriği gibi eserlerde kullanılan malzemeler de farklı. Sergilerinizdeki eserlerdeki malzeme seçimlerini nasıl yapıyorsunuz?

Aslında malzeme kendiliğinden size yardımcı oluyor. Önemli olan hikâye ve bir sanatçının tanıklık ettiği döneme karşı bakışıdır. Ben sadece konformist bir sanatçı değilim; tuvallerle resimlerimi yapayım, koleksiyonerler gelip satın alsın kısmını çoktan aştım. Daha çok kavramsal işler, yaptığım güncel sergilerde ve önemli projelerde yer alır. Aslında bu serginin ilk adımları 2012 yılında şimdiki Galataport’un olduğu yerde İstanbul Bienali’nin yapıldığı binalar olan antrepoda Yüzleşme Sergisi ile başlamıştı.

Yüzleşme Sergisi, her yıl farklılaşarak dünyanın birçok yerinde gösterildi. İki kez Venedik Bienali’nde, Türkiye’de defalarca gösterildi yurt dışına birçok önemli müzede yer aldı. Her defasında değişti ama aslında temeli ve söylediği dil aynıydı; hafıza meselesiydi ve yüzleşme meselesiydi.

Sonrasında bunların en kapsamlılarından bir tanesi Hafıza Odası oldu. Türkiye’nin gerçek hafıza odası sorulursa Diyarbakır’ın o binlerce yıllık taşlarının tanıklık ettiği hikâyelere kulak kabartmak gerekiyor.

Bu açıdan da orada bir Hafıza Odası yapmam gerektiğini biliyordum. Ben bir sanatçıyım ve hiçbir zaman da sanatçı korkuyla sanatını yapmaz. Sanatçının bakışı ve duruşu her zaman normal bir insandan daha farklı olmalı ki biraz yol gösterici, örnek alınması gereken bir tarafın da olması gerektiğini düşünüyorum.

O seri ikinci ve en büyük ayağı İzmir’de Gâvur Mahallesi’ydi. İki sergide çok büyük ilgi gördü. Yani Diyarbakır’da günde 16 -17 bin kişi kuyruğa girip sergiyi ziyaret ederken, İzmir’de de o devasa alanda yapılan sergi, bildiğim kadarıyla dünya sanat tarihinin en çok ziyaret edilen sergisi oldu. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin verilerine göre ziyaretçi sayısı 4 milyona yakın.

Bu yıl İstanbul’da Güneştekin’in kapsamlı bir sergisi açılacak

Çalışmalarını sürdürdüğünüz yeni bir serginiz var mı yakın bir zaman içerisinde?

Bu yıl İstanbul’da benim kişisel tarihimin muhtemelen dünyada bugüne kadar yapılmış en kapsamlı güncel sergisi yapılacak. Adı da Kayıp Alfabe. Sonbaharda Feshane binasının tamamında sergilenecek. Oldukça bizi heyecanlandıran önemli bir sergi. Burada iyi bir koleksiyon bulunuyor, önemli heykeller, seramikler, üç boyutlu işler var. Kavramsal işlerin dışında daha çok resimdeki disiplinlerimin önemli bir bölümü bu galeride yer alacak. Yani sanat izleyicileri iyi bir sergiyle karşılaşacaklar. Zaman zaman yeni açılan Ruzy Gallery’de gerçekleştirdiğimiz sergi gibi önemli sergileri açmaya çalışıyorum. Biliyorsunuz ben sanatta kim katkı sunarsa sunsun çok önemserim, çok saygı duyarım. Türkiye’de önemli bir ailenin bu tarz bir girişimi sevgili Esra Çevik’in önderliğinde Etiler’de bir galeri açılarak, bizden sonra birçok sanatçıya ev sahipliği yapacak olması son derece değerli bir sanat olayı. O açıdan da hem desteklemek gerektiğini düşünüyorum hem de çoğalmalarını umut ediyorum.

‘Bana göre yetenek ve zekâ ile üretilen işler önemli’

Son yıllarda çok konuşulan NFT’lere bakış açınızı öğrenebilir miyiz?

En sıkıntılı işlerden bir tanesi NFT. Sanatçı olmayan insanlar da bu işe girdi. Oyuncu veya ünlü biri NFT olarak bir şey çıkarıyor ve hiçbir sanatsal altyapısı yok, kendini sanatçı olarak görüyor. Sanat dünyası tarafında o alana çok girmem istenildi. Birçok sanatçı arkadaşım girerken ben girmemeyi tercih ettim. Aslında belli hazırlıklar da yapıldı. Bazı işlerimin NFT’lerini ürettik ama bir türlü içime sinmedi. Sanal bir şey, insanlar benim adıma güvenip satın alıp ve sonrasında para etmeme ihtimali yüksek olabilirdi. Vicdanen ben buna güvenemedim ve ihtiyacımın da olmadığını düşündüm. Yapanlara da karşıda çıkmadım. Dijital sanatta çok iyi işler de yapılıyor. Çok hızlı bir şekilde demode olup değişebiliyor. Hemen üstüne yeni bir format, yeni bir teknoloji geliyor ama resim öyle değil. Beş yüz yıl önce yapılmış bir dönemin realist resmini hala müzelerde izleyebiliyorsunuz. Orada değişen bir şey yok. Çünkü her biri kendi çağında yapılmış ve sonraki çağlarda klasikleşecek eserlerdir. Bu açıdan ben halen insanın kendi yeteneği ve zekâsıyla ürettiği işlere önem veriyorum. Yoksa birilerinin yarattığı programlarla bir şey yapılmasını çok sanatsal bulmuyorum, yaratıcı olabilir ama sanat başka bir şeydir. Bir insanın sanat yapması için bir altyapısının olması gerektiğini düşünüyorum.

Venedik’te tarihi yapıyı sanat merkezine çeviriyor

Venedik’te önemli bir Rönesans döneminden kalma 600 yıllık, tarihi Palazzo Gradenigo sarayını satın aldık ve 365 gün ülkemizi temsil eden bir proje mekânı haline dönüştürüyoruz. Bu da Türkiye sanat tarihi açıdan bir ilk. Kültür Bakanlığı zaman zaman bienaller için kiralıyor. Güneştekin Art Refinery Projesi kapsamında biz ait bu binada sergiler düzenleyeceğiz. Çünkü günümüzde en önemli sanat bienalinin yapıldığı, dünyanın sanat merkezi Venedik. Yılda 40 milyon insanını ziyaret ettiği en büyük kültür şehri. 365 gün neredeyse tamamı sanatla dolu bütün sanat profesyonellerinin geldiği bir şehir. İtalya, çok etkilendiğim, sevdiğim ve Rönesans’ın doğduğu coğrafya. Her sanatçı orada bulunmak ve küçük de olsa bir sergi açmak ister ya da bir eserinin sergilenmesini ister. Geçmişte benim de hayalimdi.

Dünyada kabul edilip, tanındıkça böyle bir gücüm oluştu. Devletin bazı tarihi yapıları sanat kurumlarına uygun fiyatlarla verdiği bir dönemde, iki yıl önce, başvuru yapmıştım ve o şansı elde etmiş sanatçılardan biri oldum dünyada. Üç bin metre kare ve altı katlı, Venedik bienalinin yapıldığı Castello bölgesinde yer alıyor. Eski bir bienal mekanı zaten. Zaman zaman Güneştekin Vakfı’nın desteklediği genç sanatçılara olanak sağlayacağız orada. Şu anda binanın bir yıllık restorasyon süreci var ondan sonra bir açılış olacak. İlk olarak binanın bütün katlarında kapsamlı bir Güneştekin sergisi olacak. Ardından da projeler yavaş yavaş bizim kurul tarafından belirlenecek.

‘Kendi zamanımın tanığıyım’

Benim birçok eserim sürekli güncelleniyor. Örneğin Yoktunuz eseri Diyarbakır’dan çıkan enkazlarla yaptığım bir eserdi. 11 vilayette olan özellikle en çok Hatay, Kahramanmaraş’ı vuran büyük deprem, o enkazların üstünde yenilerinin gelmesine neden oldu. Ya da Soma faciasıyla ilgili Hafıza Tepesi eserini yaptım. Ben yaşadım sürece tanıklık ettiğim her şeyi sanatımda da güncelliyorum ve eğer eksik varsa onu ekliyorum. Kendi zamanımın tanığıyım ve yarın benimle ilgili bir tarih yazımı olduğunda “Bu adam o günlere tanıklık ederken duruşu nasıldı?” diye sorulmamasını istiyorum. Merak eden zaten yaptıklarıma baktığında yaşananlara karşı duyarsız kalmadığımı yaptığım sanat eserlerimde ve eylemlerimde çok rahat görebilecekler.

Kaynak URL