Geleceği hayal edebilmek için geçmişi bilmek gerekiyor

Günümüzde hızla değişen dünya düzeni ve teknolo­jik gelişmeler, insanlığın geçmişe ve geleceğe dair daha de­rin bir anlayışa sahip olma ihtiya­cını doğuruyor. Bu kapsamlı ba­kış açısını benimseyen ve tarih, kültür, eğitim ve gelecek perspek­tifinde önemli sorulara odakla­nan İsmet Berkan’ın yeni kitabı ile buluşuyoruz. İnsan Uygarlı­ğının Kısa Tarihi adlı kitabıyla okuyucularını tarih ve bilgi dün­yasına yolculuğa çıkaran Berkan, kendi yaşam deneyimleri ve eği­tim anlayışı üzerinden insanlığın geçmişini ve potansiyel geleceği­ni anlatıyor. Gerçekleştirdiğimiz söyleşide Berkan’ın kitap oluş­turma sürecini, tarih ve bilgiyle olan ilişkisini, gelecek öngörüle­rini, kitabında vurgulamak iste­diği temel perspektifleri üzerine konuştuk.

Okulda kaçınılmaz bir

biçimde bilgi yükleniyor

Kitabınızın oluşum süreci hakkında neler söyleyebilir­siniz? Oğlunuzun size yönelt­tiği soru sizi nasıl bu konuya yönlendirdi ve bu kitabı yaz­maya itti?

Ben oldukça geç baba oldum, 39 yaşımda. Ve ardından ansızın za­man hızlı geçmeye başladı. Daha dün bebek olan oğlum, hızla okul çağına geliyordu. Eğitim hakkın­da daha önce hiç olmadığı kadar ve derinlemesine düşünmeye başladım o zaman. Elbette kendi okul hayatımı, ona ilişkin şikayet­lerimi önce düşünüyor, oğlumun ve 6,5 yıl sonra doğan kızımın en azından benim yaşadığım zorluk­ları yaşamamasını istiyordum.

Bize okulda kaçınılmaz biçim­de bilgi yükleniyor. Okulun ev­rensel fonksiyonlarından biri bu. Ve her bilgi, aslına bakacak olur­sanız beraberinde bir endoktri­nasyonla, yani bir çeşit ideolojiy­le, bir spesifik dünya görüşüyle birlikte geliyor.

Ben kendi yetişkinlik haya­tımın önemli bir bölümünü bu endoktrinasyonların bir bölü­münden kurtulmaya harcadım, açıkçası vakit kaybettim. Han­gi endoktrinasyon olursa olsun, onun temelini kendi aklımla öğ­renmeye ve benimseyeceksem benimsemeye, vaz geçeceksem vazgeçmeye çalıştım okul sonra­sı hayatımda.

“Oğlum (sonra da kızım) bun­ları yaşamasın ama nasıl?” Oğ­lum bana ortaokulun son sınıfın­da kitabın girişinde de anlattığım sorusunu sorana kadar bu temel soru benim beynimi kemiriyor­du ve bir cevap bir türlü bulamı­yordum.

‘Liberal ekonomi politikası uy­gulanmasına karar verildi ne de­mek’ sorusu, bir yanıyla basit­çe cevaplanıp geçilecek bir soru ama benim beynimdeki bu soruy­la birleşince, cevabın temel bilgi­ler konusunda bir yol haritası çiz­mek olduğunu düşündüm.

Bir genç yetişkin, diyelim siya­setin, toplumsal yaşamın ve eko­nominin doğasıyla ilgilenmek isteyen bir genç yetişkin hangi temel bilgileri hangi sırayla öğ­renmeli ki, hayatta kaybedece­ği vakit azalsın? Kitap, bu soruya cevap arayışından doğdu aslında. Tabii konu son derece dallı bu­daklı. Sonra kitabın yegâne he­defi genç yetişkinler olamaz, çok daha genel ilgiye yönelik olmalı. Eh, bir de sıkıcı olmamalı, kolay ve hızlı okunabilmeli. Bu kaygı­lar birleşince elinizdeki kitap or­taya çıktı.

Konular 10 bin yıldır değişmiyor

“İnsan Uygarlığının Kısa Tarihi” adlı kitabınızda, eko­nomik ve siyasal kurumların tarihçesini ele alıyorsunuz. Bu kavramların günümüz dünyasındaki rolü hakkında neler söylemek istediniz?

Biz kendi doğamızdan kaynak­lanan bir güdüyle dünyamızın hızla değiştiğini sanıyoruz. Ama bazı konular on bin yıldır hiç de­ğişmiyor aslında. Bugün bizim mahalledeki manifaturacı dük­kanının sahibi ile 10 bin yıl önce­nin tüccarı arasında temelde çok az fark var.

Bugünün bilgisayar hard disk­leri, ‘bulut’taki bilgiler veya deva­sa kütüphanelerimizle ne bileyim Sümerler devrinden kalma kil tabletlerin arasında da, içerdik­leri bilgi kapasitesi dışında hiçbir fark yok.

İnsanlık yazıyı icat edip bilgi­yi biriktirilebilir ve sonraki ku­şaklara iletilebilir bir şey haline getirdiğinde, aslında bilgi çağına adım atmıştı. Bugünle binlerce yıl önce arasında yegane fark, bugün birikmiş bilginin o günle kıyas­lanamayacak kadar çok olması. Ama bilgiyi biriktiren ‘teknoloji’ aslında aynı: Yazı ve dil.

İnsanlığın bugün geldiği nok­taya uzun bir tarihi perspektiften bakmak, ‘ilerleme’ adı verilen şe­yin ne olduğunu düşünmemize yardım eder.

Bugün hayatımızda değişmez saydığımız siyasi kavramlar, me­sela milliyetçilik, mesela demok­rasi, mesela insan hakları aslın da insanlık tarihine baktığımızda çok kısa süredir geçerli olan kavramlar. İnsanın bu kavramlara nasıl ulaştığını bilmek, o kavramların gelecekte alacağı şekilleri veya yep yeni kavramları düşünmemiz için bize bir pencere açar. Kitabın amacı da bu zaten: Geleceği hayal etmek için okuyucunun zihninde bir pencere açmak ama bunun için geçmişi bilmek şart!

Örgütlü dinlerin ortaya çıkması kırılma yarattı

Kitabınızda tarihsel dönemlerin günümüz dünyasına etkilerini inceliyorsunuz. Geçmişten günümüze hangi önemli dönemeçleri vurgulamak istediniz ve bu dönemeçlerin bugünkü yansımalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İnsan tarihe baktığında, ilk bakışta sanki tarihin belli bir yönü gösteren doğal bir oku var hissine kapılıyor. 19. yüzyılın bütün büyük düşünürleri buna inanıyordu, o yüzden hepsi kendince tarihe bir ‘son’ bulmaya, ideal bir ‘son’u tarif etmeye çalıştı. Hepsi, erdemli ve insan mutluluğunu merkeze alan ‘son’lar hayal ediyordu. Oysa insanlığın gelişiminin böyle doğal, kendiliğinden bir yön gösteren oku olduğu düşüncesi son derece tartışmalı. İnsanlık bazı önemli kırılmalar yaşamış. İşte tarımı keşfedip yerleşik hayata geçmek o kırılmalardan biri. Belki kitapta yeterince yer verilmiyor ama örgütlü dinlerin (esas olarak Hristiyanlık ve İslam) ortaya çıkması bir başka önemli kırılma. Sanayi devrimiyle tarımdan kopuş çok önemli bir başka kırılma. Bugün de belki bilgi çağı devrimi adı verilen devrimle yeni bir kırılma döneminin içinde yaşıyoruz. Bu kırılmalar hep insanın bütün yaşayışını baştan sona değiştirmiş, yeni bir hayata geçilmesine neden olmuş kırılmalar. Ben bu dönemeçleri vurgulamaya çalıştım ve bazı temel bilgileri ilettim. Kitap okuyucuda bir merak uyandırır ve okuyucu bu konularda daha derinleşmek için kendisi bir çaba içine girerse ne mutlu bana. Tarihsel perspektiften günümüz dünyasına bakarken, insanlığın geleceğiyle ilgili öngörülerde bulunmak nasıl bir deneyimdi? Hangi temel göstergelere dayanarak geleceğe dair çıkarımlarda bulundunuz? Kendimi hiçbir zaman ‘fütürolog’ gibi görmedim. Geleceğin önceden kestirilebilir olduğunu da düşünmüyorum. Bu konuda ancak spekülasyon yapılabilir. Ama öte yandan bilimsel ve teknolojik gelişmeleri yakından izleme iddiasında olan birisiyim. Bu gelişmelere baktığımda da açıkçası belli bir gelecek planı gözümde canlanıyor. Fizik bilimi, aşağı yukarı 100 yıldır büyük bir tıkanma yaşıyor. Atomun nasıl meydana geldiğine ilişkin temel teorimizle evreni bir arada tutan güçlere ilişkin temel teorimiz arasında bariz bir çelişki var ve bu çelişki 100 yıldır giderilemedi. Ama bu çelişkinin var olması, tek tek o teorilerin hemen hemen her sınamadan başarıyla geçmesine de engel olmadı. Zaten en büyük güçlük de bundan doğuyor. Öte yandan, tek tek bu iki teorinin birbirleriyle çelişiyor olsalar bile ürettikleri bilgi sayesinde biyoloji ve bilgi teknolojileri alanında dehşetengiz yenilikler karşımıza çıkmaya başladı. Bu yeniliklere baktığımda ben başkaları gibi insanı taklit edecek, hatta insandan daha üstün olacak bir yapay zeka görmüyorum; tam tersine insanla bilgisayarın güçlerini birleştireceği bir başka geleceği daha olası buluyorum. Bunu da yazdım kitapta. İlginçtir, bu öngördüğüm gelecekle ilgili en büyük bilinmeyen, insanın nasıl bir seçim yapacağı. Biz insanlar acaba teker teker ve birbirinden bağımsız bireyler miyiz, yoksa aslında kollektif davranan varlıklar mıyız? Tek tek bireyler, toplu halde davranırken kendi akıllarıyla mı böyle davranmaya karar veriyor; yoksa bir sürü psikolojisiyle önde giden koyunun peşine düşüp hiç düşünmeden onu takip mi ediyoruz? Sanki insanın geleceği bu soruların cevaplarında yatıyor

Hepimiz aynı biyolojiyi paylaşıyoruz

Yerellik kavramı ve uluslararası düzeydeki etkileri kitabınızda önemli bir yer tutuyor. Yerellik ve küresellik arasındaki dengeye dair görüşlerinizi paylaşır mısınız?

Bana soracak olursanız, insanla ilgili bilmemiz, daha doğrusu aklımızdan hiç çıkartmamamız gereken ilk şey, hepimizin, yani bütün insanların birbirinin kuzeni olduğu gerçeği. Basit bir matematik yapalım: Hepimizin bir anne bir de babası var. Annemizin ve babamızın da birer anne babası vardı. Böyle geriye doğru gidelim, 14-15 kuşak geriye döndüğümüzde karşımıza çıkan rakam, dünya nüfusunun birkaç katı oluyor.

“Genlerimiz, farklılıklar olsa da aynı”

Bu matematiğin bize söylediği şu: Pek çoğumuzun, hatta belki tamamımızın anne babasının ataları ortaktı, aynı kişiydi.

Bazı genetikçiler, böyle geriye doğru gidip bazı çok büyük aileler tespit ettiler, aynı babadan gelen.

İnsanla ilgili aklımızdan çıkarmamamız gereken ikinci önemli şey, insanın ‘gen’lerden ve ‘meme’lerden meydana geldiği. Genlerimiz, ufak tefek farklılıklar olsa da aynı. Yani hepimiz aynı biyolojiyi paylaşıyoruz. Ama yeni kuşakların sosyal medyadaki şaka dolu fotoğraflar olduğunu sandığı ‘meme’ler konusu çok daha çeşitli. Bu biyolojik olmayan, elle tutulur bir şey olmayan ‘meme’ kavramı henüz yeterince anlaşılmış bir şey değil. Ama insan kültürünü, inancını, yaşama biçimini, siyasi görüşünü hep bu ‘meme’lerden alıyor. Gelin buna kelimenin en geniş anlamıyla ‘kültür’ diyelim. İşte sorudaki ‘yerel’i belirleyen şey bu geniş anlamlı kültür.

Düşünen ‘kültür’ ve yerel ‘kültür’ çatışması

Küresel olan ise daha çok haberleşme teknolojilerinden ve ekonomiden gelen bir değişim motoru. Bunun zaman içinde kendi ‘meme’leri aracılığıyla yerel olanı tamamen yok etmese bile galip gelmesi olasılığı azımsanmamalı. Ama bu sadece bir olasılık, çünkü buna direnen yerel de çok güçlü. Benim kitapta yazdığım, olası geleceklerden birindeki çatışmanın bütün dünya ve bütün insanlık açısından düşünen ‘kültür’ ile yerel olan ‘kültür’ arasında yaşanacak olması. Bu çatışmanın izlerini bugün görebiliyoruz, gelecekte daha çok göreceğiz.

 

Kaynak URL