“Handikabımız  merkezi idarenin  yetki devrinde cimri davranmasıdır”

Günay DEMİRBAĞ

Enis Yeter’in Kastamonu Valiliği döneminde, kül[1]türel mirasın korunması ve canlandırılmasına yönelik çeşitli projeleri hayata geçirildi. İl özel idaresi bütçesinden birçok tarihi konak satın alarak restore eden Yeter, bu konaklara farklı fonksiyonlar kazandırarak şehirdeki tarihi dokuyu koruma yolunda önemli adımlar attı. Kastamonu’da yapılan çalışmalar, Türkiye genelinde bir dönüşümü tetikleyerek kültürel değerlere daha fazla önem verilmesine ve korunmasına katkı sağladı. Valinin liderliğindeki bu projeler, kültürel mirasın yıkım yerine kazanımına odaklanarak yerel yönetimlerin dikkatini bu alana çekti. Enis Yeter’in kaleme aldığı Şehir, Yönetim ve Kültürel Miras kitabında yer alan dinamikleri ve şehre kalıcı hizmetler üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

 Kitabınızda, batı ülkelerindeki bürokratik yapıyla Türkiye’deki yaklaşımlar arasındaki farklara dikkat çekiyorsunuz. Bu farkların, şehir yönetimi ve hizmetler üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ülkelerin ve ulusların güçlü olmalarında kuşkusuz en başta gelen etkenlerden birisi, bürokrasinin etkinliği ve niteliğidir. Örneğin, Almanya’nın güçlü ve zengin bir devlet olmasında, 1860’lardan, Bundeskanzler yani Başbakan Otto von Bismarck döneminden beri ülkede hâkim olan disiplin, nitelik, liyakat ve hizmette verimlilik esasına göre şekillendirilen bürokrasinin payı büyüktür

 Fransa ve Roma’da bürokrasi

 Fransa’da ise bürokrasi, Napolyon’un devlet anlayışının yerleştirdiği kamu yönetimi yaplanmasının temel dayanaklarındandır. Hatta bu ülkede yönetim sisteminin ana belirleyicisi olarak, “Grand Corps” diye söylenilen üst düzey kamu yöneticileri adlandırılmaktadır. Roma İmparatorluğu’nun başarısı da tarihçiler tarafından etkinliği ve tasarrufa önem vermesiyle öne çıkan Roma bürokrasisine bağlanmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise Enderun’da eğitim görüp daha sonra devlet kademelerinde görev alan kamu personelinin, devletin güçlü ve cihanşümul bir İmparatorluğa dönüşmesindeki katkısı inkâr edilemez. Ne zaman ki devlet yönetimi liyakatsiz ve ehil olmayan kişilerce yürütülmeye başlamıştır, devlet de inkıraza yani yıkıma gitmiştir.

Enderun örneği kurum önemli

Şehir yönetimi olarak bakıldığında seçilmiş ve atanmış yöneticiler açısından sistemin niteliği önemlidir. Örneğin; Belediye başkanlarının tek turlu yerine iki turlu seçimle göreve gelmeleri, batı ülkelerinde uygulanan yöntemdir. Yerel yönetimler açısından bir diğer önemli konu da yerel meclislere kamu personelinin üye olarak katılamamasıdır. Benim de Özel İhtisas Komisyonlarında bulunduğum 7. ve 8. Beş Yıllık Kalkınma Planlarında “Kamu personeline yerel meclislerde temsil yetkisi verilecektir” hükmünün yer almasına rağmen gerçekleştirilmemiştir. Kamu personeline kapatılan kapı, müteahhit, emlakçı gibi diğer meslek gruplarına açılmaktadır. Belediye meclisleri bir toplantıda onayladıkları imar planlarını bir sonraki toplantı oturumunda değiştirerek yeşil alanları konut ya da işyeri alanına çevirmekte ya da kat yüksekliğini/yapı katsayısını artırabilmektedir

Diğer taraftan ülkemizde belediyelerin başkan, meclis üyesi ve atanmış personeli dahil kamu personelinin özellikle üst yöneticilerin eğitim gördüğü Enderun örneği bir kurumun olmaması da önemli bir eksikliktir. Biliyoruz ki batı ülkelerinde bu fonksiyonu gören kurumlar vardır: Fransa’da L’Ecole National D’Administration (ENA), Almanya’da Hochschule für Verwaltungswissenschaften in Speyer gibi. Belki ülkemizde de TODAİE de bu amaçla oluşturulmuş ama bu fonksiyonu görememiş ve 2018 yılında kapatılmıştır. Kastamonu’da “Mahalli İdareler Eğitim, Araştırma ve Kongre Merkezi” kurulması, İçişleri Bakanlığının 1998 yılı Yatırım Programına alınmış ve Kadıdağı mevkiinde 300 dönüm arazide bu tesis bitirilmiştir. Ancak daha sonra başka bir amaç için tahsis edilmiştir. Halbuki tüm Türkiye’deki seçilmiş ve atanmış kamu personel burada eğitim görecek ve önemli bir eksiklik giderilmiş olacaktı.

“Bilimsel dergilerde makale yazmak ise, bürokratik bir gelenek değildir”

 Bilinen bir olgudur ki, Türkiye’de üst bürokratların aynı zamanda akademik çalışma yapmış olmaları önemsenmez. Bilimsel dergilerde makale yazmak ise, bürokratik bir gelenek değildir. Hâlbuki Batı ülkelerinde uygulama ve bilimsellik paralel gider ve bu iki hususun birlikteliği çok önemsenir. Diğer taraftan, ülkemizde daha iyi bir kent yönetimine ilişkin bilimsel nitelikli birçok kongre, sempozyum ve araştırma yapılmakta ve bu çalışmalar kitap haline getirilerek yayınlanmaktadır. Ama ne yazık ki bu toplantılar şehir yöneticileri tarafından ta[1]kip edilmemekte ve faydalı öneriler uygulanmamaktadır.

 İdealkent Yayınevi tarafından yayınlanan Şehir, Yönetim ve Kültürel Miras isimli kitabımdan örnek vereyim: “Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyükşehirlerimizin kentlerdeki mobil ticari taksicilik olayı trafiği çok büyük derecede menfi etkilemektedir. Trafik ekipleri bu konuda ne kadar etkin denetim uygulasalar da bu taksiler boş iken ana arterler[1]de ve en sağ şeritte yavaş seyretmekte ve müşteri aramaktadırlar. Buna çözüm olarak mobil taksicilik uygulaması kaldırılarak taksiler belirli duraklara bağlanmalı ve bir kimsenin taksiye ihtiyacı olması halinde ya telefonla çağırması veya durağa kadar gitmesi gerekmelidir.” Gönül ister ki bilimsel makalelerde yer alan şehir yönetimine ilişkin öneriler belediyelerce; kamu yönetimine ilişkin öneriler de siyasi ve idari üst makamlarca uygulamaya geçirilsin.

 Yerel yönetimlerdeki merkezileşme sorununu ele aldığınızı belirttiniz. Bu sorunları aşmak için önerdiğiniz yöntemler nelerdir?

Türk kamu yönetiminin önemli bir handikabı merkezi idarenin yetki devrinde cimri davranmasıdır. Bu cimrilik taşrada da mevcuttur. Yani Valilikler yetkilerini ve imkânlarını ilçelere vermekte hasistirler. Mahalli İdareler Genel Müdü[1]rü olarak görev yaparken Kastamonu Valiliğine atandım. Valilik görevine başladığım 15 Eylül 1997 tarihinde karşılamaya gelen on dokuz ilçe Kaymakamına, “Ayrılmamalarını ve bir saat son[1]ra kendileriyle toplantı yapacağımı”, ilettim. Bir saat sonraki toplantıda, Bugünden itibaren yeni bir modelin uygulamaya konulacağını, bunun İlçe Köylere Hizmet Götürme Birliği Modeli olduğunu, ilçelerine gidip muhtarlarla, il genel meclisi üyeleriyle, vatandaşlarla toplantı yapıp köylerin sorunlarını tespit etmelerini ve bir hafta sonra yine bu odada toplantıya gelmelerini” söyledim.

Altı yıllık başarılı süreç

Böylece altı yıl boyunca başarıyla uygulanacak yeni model başlamış oldu. Kamyon, Kato, kepçe, greyder, servis aracı gibi altmış bir adet yeni iş makinasını il genel meclisi kararıyla il özel idaresi bütçesinden satın alarak, merkez ilçe dâhil yirmi ilçede kurulu birliklerin ihtiyaçlarına göre Kaymakamların emrine tahsis ettik. Bu araçların ve personelinin giderlerini il özel idaresi bütçesinden karşıladık. Köylere götürülen içme suyu, asfalt ve beton yol, köprü, menfez, büz, kanalizasyon hizmetleri yanında her ilçe merkezine tribünlü çim futbol sahası, halı saha, basket ve voleybol sahası yapıldı. Yine her ilçeye birer ambulans alındı, bir tarihi binanın da kent müzesi olarak düzenlenmesi öngörüldü. 2001 yılında Valilik olarak yeni bir proje başlattık. Bu da Merkez Cazibe Köy Projesi idi. Her yıl on köyü programımıza alarak buralarda altyapı, sosyal, fiziki ve ekonomik yatırımları yoğunlaştırdık. Ayrıca Merkez Cazibe Köy ile ona bağlı köyler arasındaki ulaşım ve iletişimi güçlendirdik. 2005 yılında Parlamento tarafından çıkarılan 5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Kanunu ile Köylerin Altyapısının Desteklenmesi Projesi (KÖYDES) uygulamaya konularak Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü lağvedilmiş ve mali kaynaklar Subsidiarite ilkesi doğrultusunda Kaymakamlıklara gönderilmiştir. Böylece bizim 1997 yılından beri uyguladığımız Kastamonu KHGBM Projemiz tüm ülke geneline uygulanmıştır. Görülmüştür ki hizmetler daha verimli ve süratli yerine getirilmiştir. Merkezden tek kararla yönetmenin olumsuzluğuna bir başka örnek de, orta öğretim ve lise tatilleri verilebilir: Türkiye’de 81 il var ve tümü birden aynı an[1]da sömestr ya da yaz tatiline girmektedir. Halbuki okulların tatil başlama ve bitme tarihlerini belli zaman aralığında Valiler tespit etse, hem aynı anda yollar yoğunluk kazanıp yüksek oranda trafik kazaları vukua gelmez, hem de turistik tesisler daha optimal konaklama hizmeti verir. Şubat sömestr tatilinde on beş gün dağ otelleri dolu olmakta sonra ise müşteri sıkıntısı çekmekte[1]dir. Yirmi altı kanton ve yedi milyon nüfuslu İsviçre, okul tatillerini belli zaman aralığında farklı tarihlere yayarken, nüfus ve alan olarak çok daha büyük olan ülkemiz, bunun yararını göz ardı etmektedir. Üniter devlet yapımıza, ülkemizin milli birlik ve bütünlüğüne zarar gelmeyecek şekilde, bir taraftan Anayasanın “İllerin idaresi yetki genişliği ilkesine göre olur” kuralına işlerlik kazandırılarak Valilerin birbirleriyle rekabet etmeleri ve illerinin kalkınma düzeylerini artırmaları sağlanırken, diğer taraftan Subsidiarite ilkesi çerçevesinde yerel yönetimlerin hizmetlere en yakın birimler olarak önlerinin açılması gerekmektedir. Zaten her ikisinin üzerinde merkezi idarenin denetim mekanizmaları mevcuttur ve olası endişeleri giderecek haldedir

 

Atatürk’ün “Cumhuriyetin temeli kültürdür”

Enis Yeter, gelişmiş ülkelerin temelinde yer alan kültürel ve sanatsal zenginliklere dikkat çekerken özellikle ülkemizde mimari, güzel sanatlar, müzik, el sanatları, yöresel yemeklere, kısacası halk kültürüne yeterince önem verilmediğini belirtiyor

 

Kastamonu’daki valilik sürecinizde kültürel mirasın canlandırılmasına yönelik deneyimlerinizden bahsedebilir misiniz?

Toplumları ayakta tutan ne ekonomik zenginlik ne de maddi gelişmedir. Bunlardan daha önemlisi o toplumun sahip olduğu kültürel değerlerin zenginliği ve onların yaşatılmasıdır. Gelişmiş ülkelerin temelinde de maddi ve ekonomik kalkınmanın yanında kültürel ve sanatsal zenginlik yer almaktadır. Diliyle, mimarisiyle, güzel sanatlarıyla, müziğiyle, el sanatlarıyla, yöresel yemeği ile kısacası halk kültürü ile. Ne yazık ki ülkemizde tarihi ve kültürel değerlere yeteri kadar değer verildiğini yakın geçmişe kadar görmüyorduk. Her ne kadar Atatürk “Cumhuriyetin temeli kültürdür” demiş olmasına rağmen bu sözün gereğinin yapıldığını söylemek zordur. 1940’lı yıllarda Vali ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar’ın İstanbul’da yaptığı tahribatı düşünelim: Gezi alanındaki Topçu Kışlasını yıktırmayıp müze olarak düzenleseydi bugün Louvre Sarayının Paris’te gördüğü fonksiyonu görür olacaktı. Ya da Dolmabahçe Sarayının Has Ahırlarını yıktırıp stadyum yaptırmak yerine onarıp Sanat ve Sergi Merkezi haline getirseydi bugün Versailles Sarayının ahırlarının gördüğü fonksiyonu görmüş olacaktı. Menderes döneminde 1956-1960 yılları arasındaki imar uygulamaları, İlber Ortaylı Hocanın deyimiyle tarihi yapıların üzerinden buldozer gibi geçmiştir. Yıkımlar, 1984- 1989 döneminde Büyükşehir Belediyesince de devam etmiştir. İstanbul’daki bu tarihi dokunun tahribatı diğer illere de kötü örnek olmuş ve adeta toplumun geçmişiyle bağları koparılmaya çalışılmıştır. Kastamonu Valiliği görevine başladığımda kenti ilk defa görüyordum. Arkasına kaleyi alarak tepeye yaslanmış güzel bir doku oluşturuyordu. Kent, tarihi dokusunu koruyordu ama konaklar kaderine terkedilmişti.

Restore edip hizmete sundu

Valilik görevine başladıktan sonra her sabah Vali Konağından çıkıp Hükümet konağına gitmeden önce Kültür Müdürünün organizesiyle şehirde iki konak gezip, hem konakları tanıdım hem de ev sahipleri ile çay, kahve içerek onlardan konakların hikâyesi dinledim. Görev yaptığım 2003 yılına kadar ki altı yıllık süreçte il özel idaresi (Valilik yerel yönetimi) bütçesinden ya da Valinin başkanı olduğu çeşitli vakıfların bütçelerinden birçok konağı satın alarak restore ettik ve farklı fonksiyonlar verdik. Bir kentin tümünü kapsayan bu çalışma, ülkede bir ilkti. Sirkeli Konağı, Sepetçioğlu Konağı, Toprakçılar Konakları, Mazlumcuoğlu Konağı, Tahir Efendi Konağı, Eflanili Konağı, Ellezler Konağı, Münire Medresesi El Sanatları Çarşısı, Konyalı Konağı bunlardan bazıları. Tarihi binaları yıkıp yol ya da meydan açan selefim Valiler yerine, restore edip hizmete sunan Vali imajı veriyordum. Nitekim 1936-1940 yılları arasında Kastamonu’da Valilik yapan Avni Doğan tarafından kentin ortasından akan Karaçomak Deresine nazır yalı konaklar yıkılarak cadde açılmış ve “Doğan Caddesi” adı verilmiştir. 1961- 1966 yılları arasında görev yapan Necdet Yalçın tarafından ise Nasrullah Camiinin etrafındaki konaklar yıkılarak meydan açılmıştır. İl özel idaresine ait alanda Valilikçe, Mimar Vedat TEK Anı, Sanat ve Restorasyon Merkezi kurulmuştur. Böylece gerek projelendirme süreci hızlanmış ve maliyet düşürülmüş, gerekse yapım restorasyon çalışmaları süratli, sağlıklı ve ucuz bir nitelik almıştır. Köy ustaları burada istihdam edilerek yanlarına gençler verilmiş böylece alaylı mektepli karışımı bir atölye vücuda getirilmiştir. Osmanlı dönemindeki tamir ambarlarının fonksiyonunu görmüştür. Bu Merkez bir ilk uygulama idi ve 2005 yılında 5226 sayılı Yasayla uygulamaya giren ve büyükşehir belediyelerinde, il özel idarelerinde ve Kültür ve Turizm Bakanlığınca izin verilen belediyelerde kurulması öngörülen Koruma Uygulama ve Denetleme Bürolarının (KUDEB) öncüsü olmuştur.

Tarihi Halkevi binası onarıldı

 Mimar Vedat TEK’in eseri olan Hükümet Konağının zemin katı Valilik imkânlarıyla “Kent Tarihi Müzesi” olarak düzenlenmiş ve 2002 yılında açılmıştır. Türkiye’de açılan ilk kent tarihi müzesidir. 1925 yılında Atatürk’ün de ziyaret ettiği ve kitap alınması için 500 lira para bağışında bulunduğu Memleket Kütüphanesi, il özel idaresi personel yemekhanesi olarak kullanılmakta iken boşaltılmış ve restore edilerek, Resim ve Fotoğraf Müzesi olarak 24.11.2002 tarihinde hizmete girmiştir. Kültür Bakanlığı Genel Müdürlerinden Nail Tan tarafından 120 orijinal resim tablosu buraya bağışlanmış ve daimî sergi olarak teşhir edilmiştir. 1937 yılında Vali Avni DOĞAN tarafından temeli atılan ve 6 Aralık 1938 tarihinde dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından ilk yurt gezisi kapsamında açılan eski Halkevi binası kullanılamaz halde iken, Valiliğimizce onarılarak, 23 Nisan 2002 tarihinde Çocuk ve Ulusal Egemenlik Bayramında “Viyana Esintileri” opereti ile tekrar hizmete sunulmuştur. İlde bulunan ve koruma altındaki yapıların envanterinin çıkarılarak bilgi bankası oluşturulması çalışması başlatılmıştır. Devrekâni ilçesindeki Kınık bölgesindeki Hitit döneminin önemli merkezinde Ankara Üniversitesi hocalarından rahmetli Prof. Aykut Çınaroğlu başkanlığında gerçekleştirilen kazı çalışmalarına maddi destek verilmiş ve çok değerli eserler gün yüzüne çıkarılmıştır. Bu buluntular Kastamonu Müzesinde teşhir edilmektedir.

Kültürel değerlere öncelik verildi

 Kastamonu’ya on kilometre mesafede Kadıdağı mevkiinde maliyeden yüz dönüm yer İl Özel İdaresine tahsis ettirilerek, Doğa ve Kültür Köyü-Açık Hava Müzesi kurulmasına başlanmıştır. Kültürel değerlerin öğrencilerimize ve insanımıza tanıtılması için çaba sarf edilmiştir. Bu amaçla İl Özel İdare Müdürlüğü’ne 2000 yılında 30 kişilik bir otobüs satın alınarak eğitim ve öğretim yılında her gün iki sınıfa üçer saatlik gezi programı yapılmıştır. 3 Haziran 2000 tarihinde Kastamonu Valiliğinin öncülüğünde ve ev sahipliğinde, İçişleri Bakanlığı, Çekül, Mimarlar Odası ve Marmara ve Boğazları Belediyeler Birliği ile ortaklaşa Kastamonu’da, “Kültürel Değerlerin Korunmasında Yerel Yönetimlerin Rolü ve Sorumluluğu Sempozyumu” düzenlenmiştir. Sempozyum sonucunda yayınlanan Kastamonu Kültür Bildirgesi, önemli ilkeler, ortaya koymuştur. Şu cümlesini belirtmekte yarar görüyorum: “Kastamonu’da başlatılan süreç, herhangi bir koruma kampanyası değil, 2000’leri kimlikli, kültür değerlerine yabancılaşmayan ve uygarlık sürecinde geçmişin tüm birikimlerinden güç alarak daha ileriye ulaşma hedefini kucaklamış bir ülke ve toplum olma yürüyüşüdür. Bu yürüyüşe herkesin katılmasını bekliyoruz…”. Bu çağrıya uyarak bir buçuk ay sonra 21 Temmuz 2000 tarihinde, Bursa’da Tarihi Kentler Birliği kurulmuştur. Başka bir ifadeyle Kastamonu’da gerçekleştirilen Sempozyum ve arkasından yayınlanan Bildirge, Tarihi Kentler Birliğinin düşünsel temelini oluşturmuştur. Gerek Kastamonu’daki Valiliğimizce yapılan çalışmaların kamuoyuna yansımasıyla gerekse Tarihi Kentler Birliğinin kurulmasıyla yerel yönetimlerin dikkati kültürel değerlerin yıkımı yerine kazanımına yönelmiş ve ülke genelinde güzel sonuçlar elde edilmiştir.

Kaynak URL