Belge biriktirmek tarihe dokunma duygusu veriyor

Faruk ŞÜYÜN

Haluk Oral’ın evine adım atar atmaz başka bir dünyaya geçiyoruz: Kitaplar, heykeller, resimler, minik objeler ve daha nicesi. “Her şey biraz dağınık görünebilir” diyor Haluk Oral “Çünkü bana nasıl uygunsa öyle duruyorlar. Müze değil bu ev, misafir ağırlamak için düzenlenmiş bir ev de değil. Bir iç mimar ya da evin hanımı bu şekilde düzenlememe izin vermeyebilirdi!” Benim içinse konuğu olduğum bu ev, mutluluk duyduğum kocaman bir kütüphane, bir müze, hâtıralar evi…

Yazı masasının yanında kendimi ‘devler ülkesi’ndeki Güliver gibi hissediyorum. Bir evde gördüğüm en uzun masalardan biri. Cuk oturmuş onun çalışmalarına:

“Bazen üç dört ayrı konu üzerinde çalışmam gerekiyor, buna tam uygun. Yazdığım yazıya, kitabın bölümüne göre üzerindeki kitaplar da yavaş yavaş değişiyor.”

Öğrenciliğinden beri geceleri çalışmayı sakin olduğu için tercih ediyor. Çalışma sandalyesi ışığın tam altında. Gece düşünmenin daha kolay geldiğini söylüyor. Masanın altında kitaplarla dolu koliler var. “Kitaplar sığmıyor” diyor ve bir koli gösteriyor:

“Meselâ şunlar, Nâzım Hikmet kitabımı yazarken kullandığım kaynaklar, hepsi bir arada. Gözümün önünde, kolay bulabiliyor, masanın altını da değerlendirmiş oluyorum. Raflardaki kitaplar da iki sıra halinde. İçerideki odalarda da öyle…”

Masanın altı, Türk edebiyatının en önemli belgelerine de ev sahipliği yapıyor. Hepsi dosyalanmış, gerektiğinde ulaşılacak biçimde düzenlenmiş. Kolilerin bir diğer yararı, kedisi Edibe için yatak görevi görmeleri. Şiirimizin en ünlü kedisinin, Orhan Veli’nin şiir yazdığı Erol Güney’in kedisinin adı Edibe. Haluk Oral’ın bir kitabının ismi de ‘Erol Güney’in Ke(n)disi.’ Edibe, masada, kitapların üzerinde oturmayı da çok seviyor, onlara hiç zarar vermiyormuş.

Haluk Oral’ı kitapseverler belgelerin ve imzalı kitapların koleksiyoncusu olarak tanıyor, “edebiyatımızın arkeoloğu” diyorlar.

“Belge biriktirmeyi sanırım tarihe dokunma duygusu verdiği için seviyorum. Meselâ Cahit Sıtkı ile ilgili bir yazı yazma hissinin içimde uyanması için illâ ki Cahit Sıtkı’nın imzaladığı bir şey olacak elimde. Belgeler peşinden sürüklüyor beni. Bence yazı yazarken ortaya koyacağınız yeni bir belge olmazsa, yapacağınız şey sadece bir derleme olur.”

Koleksiyonundaki imzalı kitap sayısını bilmiyor, ama 30 küsur yıldır biriktirdiklerinin on binin üzerinde olduğunu tahmin ediyor. Son yıllarda imzalı kitapların değeri hızla yükseliyor, bir borsa oluştuğu söylenebilir. Bu durumu nasıl değerlendiriyor?

“İmzalı kitabın zaten değerli olması lâzımdı. Çünkü, nadir. Bir Cahit Sıtkı, bir Nâzım Hikmet, bir Orhan Veli artık kitap imzalayamıyor. Ben imzalı kitap toplarken imzalı imzasız fiyat farkı diye bir şey yoktu. 2000’lere kadar böyle sürdü. Sonra, yavaş yavaş ilgilenilmeye başladı. Bazı imzaların fiyatı benim düşündüğümden bile fazla, bazıları bence hâlâ etmesi gereken fiyatlara ulaşmadı.”

Haluk Oral bir akademisyen, 30 yıldan fazla matematik dersi vermiş, Boğaziçi Üniversitesi’nden emekli. Eğitimini aldığı mesleğin, her zaman keyifle sürdürdüğü edebiyat arkeolojisine katkılarını öğrenmek istiyorum:

“Çanakkale Savaşı üzerine bir olay çözümlemesi yazmıştım. Yüksek lisansta da hocam olan Ali Ülger bu yazıyı okuyunca ‘bak’ dedi. ‘bu yazıda senin matematikçi olduğun belli oluyor.’ Hayatta aldığım en büyük iltifat budur. Matematikçi bir hocanın söylemesi çok hoşuma gitti. Ben de matematiğin etkisini hissediyorum; mantık sıralamasını, bir sonuca ulaşmak için önce her şeyi doğru dürüst ortaya koymayı sanırım matematik disiplininden öğrendim.”

Camın önündeki kocaman kavanoz ilgimi çekiyor. İçi tavla zarı dolu:

“Bit pazarında onu aynen böyle buldum, aldım. Elimde fazla zar olduğunda içine atıyorum, lâzım olduğunda oradan alıyorum. Biraz da istediğin kadar yırtın, çabala şansın da lâzım olduğunu hatırlatıyor.”

Pencere pervazlarında heykeller var. Arkadaşı Suat Özyönüm’e ait. Objeleri belirli yerlere koymak gibi bir kaygısı olmadığını söylüyor, “nereyi boş bulursam, oraya koyuyorum” diyor.

Antika kömürlü ütü, bir heykel gibi odanın bir köşesinde, eskiciden almış. Duvardaki desenlerin bir kısmı Avni Arbaş’a ait. Tavla oynadıklarında Arbaş’ın yenildiği zaman verdiği desenlermiş. Katı’ sanatı bir eser de duvarda asılı. Türkiye’nin en iyi ebrucularından biri olan Alparslan Babaoğlu’na ait. Keyifle onları ve diğerlerini tek tek anlatıyor Haluk Bey. Zaten odadaki her birinin ayrı hikâyesi olan objeleri konuşsak herhalde bir kitap olur. Camlı kütüphanelerden birini aldığı ödüllere, plaketlere ayırmış. Bir başkasında Kocatepe’de Atatürk resmi, heykeli koleksiyonu var.

Odadaki kimi objeleri masaya yerleştirip bir fotoğraf çekeceğiz. İki farklı Sedat Simavi Ödülü heykelciği ilgimi çekiyor “Biri 2016 yılında Orhan Veli kitabıyla aldığım ödül heykelciği. Sarı olan da bir antikacıdan aldığım 1990 yılında Sabahattin Kudret Aksal’a verilen ödül” diyor. Çanakkale Savaşı’ndaki en büyük İngiliz gemilerinden Queen Elizabeth hurdaya ayrılınca onun tahtalarından yapılmış bir kalemlik, tavla oynayan iki adam heykelciği, bir kenarı Kocatepe’de Atatürklü çerçeve, koleksiyonundaki 900 plağı temsil eden gramofon dinleyen köpek; severek aldığı şeyler…

Teşekkür ediyorum Haluk Oral; edebiyatımıza, tarihimize kazandırdıklarınız için…

Kaynak URL