Zorlu PSM Genel Müdürü Filiz Ova: Kültür ve sanat doğal hayatımın parçasıydı hep

Fatoş Bozkuş

Zorlu PSM’de çalışmak dışarıdan bakılınca oldukça keyifli bir iş gibi görünüyor. Konserler, gösteriler, dünyaca ünlü sanatçılar… Ama kişisel olarak ne kadar ilginiz olursa olsun bir konunun ‘iş’e dönüşmesi, büyük sorumlulukları üstlenmeyi ve geniş detaylara hakim olmayı gerektiriyor. Bunu biz değil, Zorlu PSM Genel Müdürü Filiz Ova söylüyor.

Çocukluğu ve gençliği hep sanat çevrelerinde geçen Ova ile HAFTA için keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Sizin Almanya’da doğduğunuzu biliyoruz. Nasıl bir çocukluk yaşadınız Almanya’da?

Dedelerim zamanında Almanya’ya gitmiş. Tam anlamıyla gastarbeiter (misafir işçi) çocuğu olarak doğdum. Annem ve babam Almanya’da tanışıp evlendikleri için ben de orada doğup büyüdüm. Annem eğitime önem verdiği için çocuklarının iyi bir eğitim almasını istemiş ve okul çağına geldiğimizde kapsayıcı eğitim veren okulları araştırmaya başlamış. Araştırmalarının sonucunda Türkiye’de ’Her Çocuk Bir Evren’ olarak bilinen Waldorfschule’yi bulmuş. Bu okulda çocuklar kendi yetenekleri doğrultusunda yetiştiriliyor. Okulda eşitliğe değer verildiği ve özgür bırakıldığımız bir ortamda büyüdüğüm için doğal empati gelişti bende de.

Sanata merakınız nasıl başladı?

Sanata merakım çok küçük yaşlarda başladı. Müzik ve tiyatro alanında bir yeteneğim olduğu için Waldorfschule’de bu yönde öğrenim gördüm. 8-9 yaşında keman çalmaya başladım ve 19 yaşına kadar devam ettim. Okulda orkestrada çaldım, konserler verdim. Bir dönem gençlik filarmoni orkestrasına katıldım, tiyatroda oynadım. Çocukluğum ve gençliğim hep kültür-sanat çevresinde gelişti. Türkiye’den gelen sanatçılara rehberlik yapardım hatta Türkiye’de iş hayatına başladığım İKSV ile yolum böyle kesişti. 2005 yılında İKSV’nin yaptığı ‘Şimdi Now’ festivalinde rehberlik yaptım. Tam okulu bitirmiştim; diplomamı beklerken İKSV’de bir pozisyon açıldı; hemen görüşmeye geldim ve kabul edildim. İKSV’nin ardından İş Sanat ve Zorlu PSM olmak üzere kültür-sanatın merkezinde genişleyen bir hayatım oldu.

Sanat tarihi ve Amerikan Edebiyatı okuma kararını nasıl aldınız?

Sanat tarihi çok büyük keyfim. Okulda da çok detaylı sanat tarihi derslerimiz vardı. Çok küçük yaşta bu yöndeki ilgimi keşfettiğim için doğal olarak bu alana yöneldim. Sanat ve müziği ek dersler olarak alıyordum. Almanya’da iki ana dal okumak zorunluluğu vardı. Amerika’da da yakın akrabalarımız olduğu için genç yaşta çok sık Amerika’ya gidiyordum. Yaz kampı ya da spor aktiviteleri için gittiğimde orayla hep bir bağ hissediyordum. ‘Çok iyi İngilizce konuşuyorum zaten ben bunu çok kolay yaparım’ dedim ve Amerikan edebiyatını seçtim.

Etkinliklere katılmak için yurt dışı seyahatlerine gidiyor musunuz?

Dünya çapındaki pek çok kültür sanat etkinliğini takip ediyorum. Yurt dışında her türlü yeni oyunu, konseri ve gösteriyi takip ediyorum. Özellikle müziğin ve tiyatronun önemli merkezlerinden Londra başta olmak üzere Avrupa’nın önemli kentlerini ziyaret ediyorum. Kültür sanat faaliyetlerinin hem üretim kısmında yer aldığım hem de iyi bir seyirci olduğum için aslında hobimi iş olarak yapmış oluyorum ve bundan büyük bir keyif duyuyorum.

Ayrıca ILMC, SXSW ABD, Primavera, Sonar, Roskilde gibi festivalleri, sektörel konferansları, seminerleri ve fuarları da yakından izliyorum. Son olarak dünyaca ünlü grup Radiohead’in solisti Thom Yorke’u İsviçre’deki Zermatt Unplugged festivalinde, çok satan kitaplar arasında yer alan ve filmiyle de ses getiren Life of Pi’nin tiyatro oyununu ise Londra’da izleme fırsatım oldu.

Bugüne kadar gittiğiniz ve unutamadığınız sanat etkinlikleri neler oldu?

Michael Jackson, Cypress Hill, Red Hot Chili Peppers, U2 Barcelona konseri ve en son Zermatt Unplugged Festivali’nde Thom Yorke konseri… Klasik müzik alanında unutulmazlarım Royal Concertgebouw Orchestra eşliğinde Mitsuko Uchida, Yannick Nézet-Séguin yönetiminde Philadelphia Orchestra ve Diana Damrau ile Vittorio Grigolo’nun Met Opera’daki Romeo ve Juliet performansı.

Yaptığınız iş stresli mi, keyifli mi?

Hangi yönü ağır basıyor? Elbette, kişisel olarak ne kadar ilgimiz olursa olsun bir konunun ‘iş’e dönüşmesi, büyük sorumlulukları üstlenmeyi ve geniş detaylara hakim olmayı gerektiriyor. Bizim yaptığımız iş canlı performans üzerine kurulu olduğu için sahne üstündeki, arkasındaki ekipten izleyicilere kadar her an değişebilecek dinamikleri beraberinde getiriyor. Stresin keyfinden daha fazla olduğunu söyleyemem; çocukluğumdan bu yana tamamen içinde olduğum bir alan zorlukları olsa da günün sonunda büyük bir heyecan duymamı sağlıyor. Sektörde çalışan pek çok lidere göre çok şanslı olduğumu söyleyebilirim. Ancak yerli ve yabancı önemli isimleri ayda ortalama 110 etkinlikte, binlerce misafirle en kusursuz şekilde buluşturabilmek için sıkı çalışmak gerekiyor. Ben de böyle bir çalışma temposunu meditasyon, koşu, yürüyüş ve pilates yaparak dengeliyorum.

Koşarken de müzik dinlediğinizi tahmin ediyorum…

Tabii dinliyorum. Parcels, Foals, Arctic Monkeys, Radiohead bu aralar en çok dinlediklerim.

İŞİMİZ MESAİ BİTİMİNDE BAŞLIYOR

Bizim asıl işimiz birçok insanın mesaisi bittiği yerde başlıyor. Sektörümüzün doğası gereği mesailerimiz geç saatlere kadar devam ediyor. Bunu dengeleyecek şekilde esnek çalışma saatlerine izin veren bir sistem içerisinde çalışıyoruz. Fakat ofis hayatımız da oldukça hareketli geçiyor. Yaratıcı sektör, her gün yeni bir heyecan doğuruyor. Özellikle yeni dönemin programını oluşturmak, yeni içerikler geliştirmek, oyunlar, müzikaller, konser ve festivalleri takip etmek bizim işimizin kalbini oluşturuyor. Seyahat programım da bu doğrultuda yoğun oluyor.

 

Kaynak URL