Değişim büyük bir cesaret ister

ASLI BARIŞ

Hikayenin odağında bir değişim öyküsü var. Nereden geldi bu değişme fikri?

“Andropoz” bir erkek son orta yaş atağı… “Ben ölmeden önce son ne yapabilirim” gibi bir son enerji diyelim. Ve burada kendisini değiştirmek isteyen bir karakterle ya da karakterlerle dünyanın değişimiyle bir bağ kurabilirdim ve bunu yaptım.

Dizinin adı “Andropoz” olsa da kadın dünyasına ayna tutan durumlar da var. Bütün bu konuları nasıl birleştirdiniz?

Değişim büyük bir cesaret ister. Herkes değişimi göze alamaz. Yani başını derde sokabilirsin… Ana yolunun dışında bildiğin yolları, bakkalı, manavı terk etmek demek, yeni bir yol aramak demek bu. Tehlikeli bir konu, her karakter bunu beceremez. Her insan da buna cesaret edemez daha doğrusu. Bu bir cesaret işi; gerçekten büyük bir cesaret işi. Dünyadaki değişim biraz böyle “zorunlu” oldu. İnsanlar da ne kadar cesaretsiz olsalar bence kendileri toparlamak ve bir değişimin içerisinde oldukları için hazırlıklı olmak zorundalar. Yani herkes ayağını denk alsın! Dünya tehlikeli bir yer olmaya başladı…

Dünyanın değişimi nasıl etkiledi sizi bu bağlamda?

Pandemi sürecinde dünyada böyle bir durum vardı. Bu durum, herkesi bütün insanlığı, dolayısıyla beni de korkuttu. Dünya büyük bir değişime doğru gidiyordu, her şey gözümün önünde değişiyordu. Ülkelerin pozisyonları, ekonomileri, küresel ısınma, iklim değişikliği, daha birçok faktör dünyanın değişimine sebebiyet veriyordu. Bunun insanlara yansıması muhakkak olacaktı ve bu beni etkiliyordu. İnsanlar değişecek, ne olacak? Ülkeler batabilir, değişebilir, başka ülkeler oluşabilir. Yani her şeyin değiştiği bir döneme doğru gidiyoruz. Bununla ilgili bir hikaye kurmaktı amacım… 6 bölüm içerisinde bütün karakterlerin ve dünyanın değişimiyle ilgili bir bağ kurarak film oluşturdum.

Sürdürülebilirlik konusu da aralara serpiştirilmiş, bunun bir sonucu muydu?

Evet, hepsi birbirini besleyen konulardı. Mesela güneş enerjisi elektrik enerjisine dönüştü. Bunların hepsi bir dünya değişimiydi. Karakterlerin değişimiyle beraber hepsi hareket ediyor.

Türkiye kara mizahla çok barışık olan bir ülke değil, fakat yeni platformlarla insanlarda bir ilgi uyandı gibi. Siz nasıl yorumluyorsunuz?

Kahraman hikayeleri sinemada ömrünü tamamladı diyelim. Yani kahramanlar artık emekli olma yolundalar, yaşlandılar çünkü. Daha doğrusu insanoğlu gerçekçi olmaya, daha pamuk şeker gibi bir dünyadan gerçekçi ve acımasız bir dünyaya doğru ilerlemeye başladı. Bu da bu hayal kahramanlarının biraz işini bitirdi, emekliliğe sevk etti. Ortada gerçek insanlar kaldı beraber yaşadığımız… Amcamız, dayımız, komşularımız… Sinema da, diziler de bunları incelemeye başlıyor. Biz aslında kimiz, kimlerle yaşıyoruz ve ne istiyoruz nereye doğru gidiyoruz? Bunun filmleri ihtiyaç vardı zaten çünkü toplumlar birbirini tanımak zorundalar, çünkü başka türlü birbirlerini anlamıyorlar.

Netflix sayesinde uluslararası izleyicilerle de buluşuyorsunuz. Oradan nasıl bir tepki bekliyorsunuz? Sizce oradakiler “ben de aynı şeyleri yaşıyorum” diye düşünürler mi yoksa yerel sorunlar olarak mı kalır?

Hayır bence dünyada herkesin başı dertte. Özellikle erkeklerin diyeyim. Çünkü erkekler kendi içlerinde kapalı bir kutu gibidir. Dertlerini erkek arkadaşlarıyla bile çok konuşmazlar. Çünkü kahraman savından gelen tipler oldukları için kendilerini çok önemli zannederler. Ama öyle bir durumları yok tabii ki. Bunu da en iyi erkekler bilir. Ondan dolayı bu sadece Türklere bizim ülkemizle alakalı bir konu değil dünyanın her yerinde erkekler böyle. Ben Türkiye mizahının evrensel kodları olduğunu düşünüyorum. Ve bunu dünya seyircisine tarif etmek lazım… Bugün en iyi mizahı hala Yahudiler yapıyor. Kendileriyle çok alay edebilen, kendileriyle dalga geçebilen bir toplum, bundan dolayı çok rahatlıkla kara mizah yapabiliyorlar. Biz de kendimizle alay etmeyi biraz daha becerdiğimiz zaman dünyada çok önemli bir mizah ortaya çıkartabiliriz. Bu şekilde Türk mizahının dünyada önemli bir pozisyonu olabileceğini düşünüyorum. Bununla ilgili çalışmalar bunlar.

Bunu başarabilir miyiz sizce? Eleştirmeyi, kendimizle dalga geçebilmeyi?

Öyle olmak zorunda artık. Bu ciddiyetten vazgeçip gerçekle karşı karşıya kaldığımızda, başımızın ne kadar dertte olduğunu bildiğimizde anlarız bizim o kadar önemli insanlar olmadığımızı… Bizim insanımız kendisiyle ilgili konuşulmasından pek hoşlanmıyor. Ama bence kendisiyle ilgili konuşma vakti geldi.

Diziyi seyretmeden önce beklentim kara mizahtı. Fakat seyredince gerilim gibi birçok duyguyu bir arada yaşadım…

Taylanlar işin içinde olduğu için sanırım… Gerilim severler, onların da gözüne gireyim diye bazen böyle gerilim yazıyorum. Sırf onlara güzel görünmek, iyi hissetmelerini sağlamak için gerilim yazarım (Gülüyor). İşin şakası bir yana gerilim ile komedi daha iyi çalışıyor. Benim hoşuma gidiyor bu durum; hem bir sinema tonu yaratıyor hem komedi için iyi bir zemin oluşturuyor. Bu da hem oyunculuk açısından hem yazarlık açısından hem reji açısından aslında herkesin işine geliyor. Ortak bir dil oluşuyor, bu da filmin dilini oluşturuyor.

Taylan Biraderler ile zaten uzun yıllara dayalı çalışma geçmişiniz var. Yeniden bir araya gelmek nasıldı?

Çok uzun süredir birlikte çalışmıyorduk çünkü onlar dizi yapıyordu. Muhteşem Yüzyıl, ardından başka diziler… Uzun süredir aslında bir şeyler yapmak istiyorduk, bir iki projemiz oldu onları da yapamadık biraz pahalıydı prodüksiyon olarak. Ondan dolayı “aman boşver” dedik, kısmet bu zamanaymış.

Dizinin aynı zamanda senaristisiniz. Yazma süreciniz nasıl gelişti?

Pandemi dönemiydi, biraz sıkılıyordum ve dijital platformlarda ne var ne yok her şeyi izlemeye başladım. Orada bazı işler beni de heveslendirdi. “Ben de bir şeyler yazayım mı” dedim. Uzun zamandır da yazarlık açısından komedi yapmıyordum. Aslında aklımdaki bir filmdi, sonrasında karakterler kendi içerisinde yavaş yavaş açıldı ve bir dil oluşturmaya başladı. Karakterler renkliydi; filmden diziye evrildi. Ama aklımda daha kısa bir dizi vardı. Üç bölüm, dört bölüm olur dedik, sonra altıya tamamlandı. Hikaye kendi kendini tamamladı.

‘İş yapmanın’ bir matematiği var mı bizce?

Seyirciye yönelik bir iş yazmıyorum, kendime yönelik bir şey yazıyorum. Kendim seveceğim, kendim izlemekten zevk alacağım bir dizi yaratmaya çalışıyorum. Yoksa ben seyirci neden hoşlanır bilmiyorum açıkçası. Her zaman yaptığım işte kendi beğenilerim ölçüsünde hareket ederim. Eğer bir komedi yapıyorsam kendim gülmeliyim gerçekten… Ben kendimi eğer ikna edersem, kendimi güldürürsem, hikaye beni memnun ederse bir kişiyi ikna etmiş olurum ve ikinci kişinin ikna olmasına hazırımdır artık. Hep böyle hareket ettim.

İkinci sezonu çekilecek mi?

Ben, ikinci sezon ben pek sevmiyorum yani enerjisi düşüyor. Yoksa altı bölüm değil, çok rahat 7-8 bile olurdu bu dizi, elimdeki hikaye çok güçlüydü çünkü. Ama uzatınca o ilginçliği bence yok oluyor. Ondan dolayı ikinci sezonu düşünmüyorum.

POPÜLER SİNEMA KENDİNİ İMHA ETTİ

Kahramanların vadesinin tamamlamasından bahsetmiştik, yeni kuşağın dijital platformlara olan ilgisi bunu değiştiriyor mu? Siz yeni tip izleyiciyi nasıl yorumlarsınız?

Yeni tip izleyici, eski tip hikayelerden sıkılmış bir izleyici. Ve bu dijital platformda bunun üzerine çok gidiyor. Eskiden arthouse denilebilecek hikayeler, yapılamayan bütün işler dijital platformlarda yapılmaya başlandı. Aslında “iş yapmaz” denilen filmlerin, dizilerin hepsinin iş yaptığı ortaya çıktı. Bunu dijital platformlar ispat ettiler. Ve popüler sinema otomatik olarak birden bire kendisini yok etti, patlattı. Bütün senaristlerin yapmak istedikleri sinema hortlamış oldu. Bu bir değişim gibi görünebilir ama yıllardır biriktirilen, bir köşede bekleyen, senaristlerin oyuncuların yapmak istedikleri projelerdi şimdi bunlar ortaya çıktı aslında.

Dijital platformlar yaratım sürecinde özgürlük getiriyor mu?

Tabii bir defa senaristi hiçbir şekilde yönlendirmiyor. Mevcut projeyi beğeniyorsa, onu yapmak istiyorsa tamamiyle özgür bırakıyor senaristi. Bu, çok özlemini duyduğumuz bir konu. Türkiye’de artık senaristler “şunu yaz, bunu yaz” gibi bir durumdalar. Ondan dolayı kendi yaratıcılıklarını neredeyse unutmuş durumdalar. Tabii dizilerin süreleri çok kompakt dijital platformlarda… Bununla beraber dijitallerde izleyicilerin konsantrasyonu çok yüksek. Bu da hikayeyi yüksek konsantrasyona göre yazabilme özgürlüğünü getiriyor. Ana akım televizyonda süreler uzun olduğu için seyircinin gevşek bir izlemesi var, bu hikayenin yapısına da yansıyor. Dijital platformlarda bu daha hızlı ve kompakt hareket ediyor.

Sosyal medya pek çok yeni komedyen adayını ya da aktör adayının patlamasına neden oldu. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben çok yetersiz ve az buluyorum. Türkiye bu konuda daha renkli olması gereken bir ülke. Komedi ile ilgili önlerindeki örnekler çok basma kalıp ve kendilerine uygun olmayan konular olabilir. Kendi özgür dünyalarını açmaları gerekiyor belki, bilmiyorum. Ama çok az ve yetersiz buluyorum. Daha fazla olması gerekir.

Kaynak URL