Televizyon dünyasının en güçlü kadını: Shonda Rhimes

Aslı BARIŞ

Time dergisinin ‘Dünyayı Değiştiren Kadınlar’ sayısı için onu kapağa taşıması ya da Hollywood Repoter’ın onu ‘Televizyonun kurtarıcısı’ seçmesi tesadüf değil… O, tam anlamıyla bir ezberbozan. Rengin ya da cinsiyetin değil hikayenin, oyunculuğun önemli olduğunu tüm endüstrinin gözüne soktu. Başrolde güçlü kadın karakterlerin olduğu hikayelerin seyirci tarafından çok sevilebileceğini kanıtladı. Siyahi ya da farklı etnik kökenli oyuncularınların başrolde olduğu dizilerin reyting rekoru kırabileceğini gösterdi. Televizyon ve eğlence dünyasında oyunu yeniden kuran senarist, yönetmen ve yapımcı Shonda Rhimes ile konuştuk…

Fanatiklerinin merakla beklediği Bridgerton’ın yeni sezonu yayınlandı. Bu dizi, zaman itibariyle diğer yapımlarınızdan çok farklı… Böylesine büyük bir başarı elde edeceğini tahmin etmiş miydiniz?

Hayır, kesinlikle etmemiştim. Çok heyecan verici oldu bizim için… Açıkçası ilk sezon prodüksiyona başladığımızda amacımız işi bitirmekti; “Şu işin bir üstesinden gelelim de” diyorduk. Çünkü zor zamanlardı çekim için… Ama çok farklı bir şeye dönüştü ve bu tabii ki bizi çok mutlu etti.

Evet, gerçekten farklı bir şeye dönüştü. Peki neden bu ilgi? Aşka hasret mi kaldı seyirci, bu işin sırrı ne?

Bilemiyorum ve çok daha kafa yormuyorum dediğim gibi, yapımcı olarak sonuca bakmak görevim daha ziyade…

Şovlarınızda hep güçlü kadın karakterleri görüyoruz. Yarattığınız bu karakterler arasında kendinizi en çok hangisiyle özdeşleştirirsiniz?

Zor bir soru ama hepsiyle diyelim… Çünkü yarattığım her karakterin ruhunda derinliği olduğu kadar, hepimizin özdeşleştiği sorunları da var. Deminki sorunuza gelirsek, evet, Bridgerton romantik bir dönem dizisi ama o zaman kadınların yaşadığı sorunlara da ışık tutuyor. Hatta modern kadının yaşadığı sorunlara da ışık tutuyor düşünürseniz. Kadınların güç ve mevkii için yaşadığı mücadeleler gibi…O konuyu evlilik üzerinden anlatıyoruz ama modern dünyamızda bu çok da rahat iş dünyasına uyarlanabilir. Yaşanan sıkıntılar aynı…. O yüzden kendimizden parçalar bulmamız doğal. Hangi karakterle özdeşleştiğime gelecek olursak sanırım her karakterde benim bir parçam var. Ben yazdığım için kendimden unsurlar kullanıyorum. Bridgerton’a dönecek olursak, Tabii elimde kuvvetli bir malzeme var: Julia Quinn’in romanlarında çok sağlam karakterler yaratmış. O yüzden başarısı sürpriz değil…

Peki patlama yapacak projenin kokusunu nasıl alıyorsunuz, nedir bu işin formülü?

Yapımcı ortağım Betsy (Beek) ile çok tartışıyoruz bu konuyu… Herkes gizli bir formül, tarif için özel bir sihirli sos falan arıyor altında. Ama işin doğrusu şu: İzlemek istediğimiz yapımlar yaratıyoruz. Kendimize hep şunu soruyoruz: “Biz neyi izlemek isterdik, ne ilgimizi çekerdi?” Biz izlemek istersek, diğerleri de ister diye düşünüyoruz…

Televizyon dünyasında dengeleri değiştiren kadın olarak anılmak size ne hissettiriyor?

Bu soruyu nasıl cevaplayacağım hakkında hiçbir fikrim yok açıkçası… (Gülüyor)

Televizyon ekranına çeşitliliği kazandırdınız. Örneğin Bridgerton’ı ele alalım: İlk sezonda siyahi İngiltere Kraliçesi ve farklı etnik kimliklere sahip asiller izleyiciyi şaşırtmıştı. Şimdi de esas oğlanın Hintli bir asille izdivacını seyrediyoruz. Bu ‘dajil etme’ meselesinin size farklı bir güç kattığını düşünüyor musunuz?

Bence televizyon dünyasının en güçlü kadınıyım çünkü insanlara izlemek isteyecekleri şovlar sunuyorum. Farklı ırklar ve etnik gruplardan oyunculara yer vermek, onları dahil etmek daha güçlü olmak istememle alakalı bir durum değil. Zaten olması gereken buydu. Bunu bir strateji olarak yapmıyorum yani. Bana göre normal olan bu. Birilerini ‘dahil’ etme projesi değil bu, her gün gördüğüm insanları ekrana çıkarıyorum, onlarla ilgili şovlar üretiyorum hepsi bu.

Medyada ya da eğlence endüstrisinde başarılı olmak isteyen kadınlara ne gibi tavsiyeler verirsiniz?

Kendinizi her yere ait hissedin. Her yerde, her pozisyonda olmaya hakkınız var. Kimsenin de size tersini hissettirmesine izin vermeyin. Kadınsanız ya da siyahiyseniz, ya da size dayatılmak istenen her neyse; “Burada olamazsın, yükselemezsin” gibi düşüncelere hiç kafa yormayın. Her şeye hakkınız var.

2017’de ABC’den rekor fiyatla Netflix’e transfer olmanız çok büyük sansasyon yaratmıştı. Grey’s Anatomy’nin eski bölümlerine bakınca, ‘vajina’ kelimesi için bile takma at kullanılıyordu. Dijital platformda yer almak, daha özgürleştirici mi oldu?

Hayır, zaman içerisinde ana akım televizyonda yol kat etmiştik zaten. Kullanmaya çekindiğimiz her hangi bir kelime yok, pek çok şey söyledik. Dijital platformların bizi ‘özgürleştirdiği’ yok. Ama sansürcülük yok. Sonuçta çocukların bedavadan ulaşacağı bir platform değil; satın alıyorsunuz izlemek için. İki platform farklı birbirinden…

Time dergisine kapak oldunuz, Barbie’niz yapıldı, milyonlarca dolarlık anlaşmalar yaptınız, pek çok ödül aldınız… “Başardım!” dediğiniz o ilk an neydi?

İnsanlara garip geliyor söylediğimde ama 2017 yılında Oprah Winfrey’in ‘Television Hall of Fame’de hakkımda yaptığı konuşma… Benim için çok önemli bir andı; o zaman başardığımı anlamıştım.

Pandemi döneminde çoğumuz evde oturduk ve ekrana baktık. Hiç izlemediğimiz kadar dizi/film izledik. Bu durum sizce endüstriye nasıl yansıdı? Özellikle kapanma döneminde yaptığınız işlerin insanlara devam etmek için bir umut ışığı yaktığını düşünür müsünüz?

Umut ışığı iddialı bir söz olur ama şöyle diyelim: İnsanlar mutluluk istiyor artık. Eğlence istiyor. Karanlık zamanlarda optimizm istiyor. Eğer bir dizi sizi güldürüyorsa, mutluluk veriyorsa, keyiflendiriyorsa bu da bir armağandır bence.

Bir yazar olarak üretim aşamasında pandemi dönemi sizi nasıl etkiledi?

Tabii ki çok karanlık zamanlardan geçtik. Kimsenin çıkıp “İlham kaynağı oldu” diyeceğini sanmıyorum. Ama şöyle bir etkisi oldu; hayata daha farklı bir bakış açısıyla bakmaya başladık. Günlük rutinlerimizi bile daha farklı yaptık, her şeyimizi değiştirdik. Bu da yaratıcılık anlamında bakış açımızı daha farklı şekillendirdi. Biz istemesek bile şartlar buna zorladı. Öyle ya da böyle farklı düşünce ve yaratıcılık yöntemleri geliştirdik, yeni bir bakış açısına sahip olduk.

Dünyanın en meşgul insanlarından biri olarak, sıradan bir gününüzü nasıl geçiriyorsunuz?

Yazarak ve çocuklarımla ilgilenerek. İki taraf arasında bir denge kurmaya çalışıyorum. Tabii ki mümkün değil ama deniyorum en azından…

Hiç Türkiye’ye geldiniz mi?

Hayır, sanmıyorum.

Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama Türk dizi endüstrisi küresel anlamda ilgi görüyor. Daha çok romantik yapımlar revaçta ama farklı ülkelerde ciddi bir kitlesi oluştu. Türk yapımcı ve senaristlere nasıl tavsiyelerde bulunursunuz?

Hikayeleriniz özgün olsun, belli bir orijinalliği olsun. Ve nasıl anlatmak istiyorsanız, öyle yapın. Kalıplara bağlı kalmayın. Kimsenin yolunu da takip etmeyin. İzleyici en çok hikayenin farklı ve özgün olmasından etkileniyor.

EKRANDA GERÇEK KADINLARI GÖREMİYORUM

52 yaşındaki Rhimes, her biri 100 bölümden fazla yayınlanmış 3 dizi yaratan ilk ve tek kadın. Televizyon dizileri yazma sebebi, ekranda gerçek hayata dair karakterler görmemesi. Time’a verdiği söyleşisinde şöyle anlatıyor: “İnsanların (Grey’s Anatomy karakterleri) Meredith Grey ve Cristina Yang’i ‘devrimci’ karakterler olarak görmelerine çok şaşırmıştım çünkü onlar benim tanıdığım kadınlar gibiydi. Sonra televizyondaki manzaraya baktım ve çok fazla ‘iyi’ kadının olduğunu gördüm. Eş, sevgili ve anne portreleri… Onlar benim tanıdığım kadınlar değildi. Böyle bir sorun olduğunu keşfetmek ilginçti!”

Kaynak URL